KORE SAVAŞINDAN BİR KESİT
YAZAN:
S h h. K d. A s t S u b a y
Hayrettin Ülsever
Kore Madalyam
X X X X X X X X
Yukarıda görülen fotoğraf
3.tabur Çipurı bölgesinde dinlencedeyken Şubat 1952’de kamp yerinde büyük yatakhane
çadırının bir köşesinde bulunmuş ve bir er tarafından bana verilmişti. Ben de Souwan’daki
depo bölüğünden o günlerde 3.Tb. Sıhhiye takımına atanmıştım. Fotoğraf bizim
guruba ait değildi. Bizden evvel
konaklayan guruplardan birine ait olabilirdi. Erlerin giyimine
bakıldığında daha henüz Amerikan ordusu
formasını kuşanmadıkları
görülüyordu. Kore’de bulunduğum zaman içinde de bir ipucu bulamadım.
Anılarımı
yazarken resmin arkasındaki sokak,
semt, ve mahalle isimleri den yola çıkarak bilgisayar
ortamında bazı yaklaşım-lar
buldum. Bilindiği gibi ,
memleketimizde yer, bölge, mahalle
ve ünlü kişilere
ait isim ve lakaplar
birbirlerine çok benzerler.
Bununla beraber arkasında birçok imza bulunan fotoğrafta
ismi geçen er
Muzaffer Çimeken ailesinin
Bursa merkezde olabileceği
kanısına vardım. Er Muzaffer
Çimeken’in ailesine gönderdiği adressiz
zarfsız foto mektup bilgisayar
ortamında seneler sonra
inşallah yerini bulur..
B İ Rİ N C İ K I S I M
Ö N S Ö Z V E 24 – 25 ARALIK 1951 muharebesİ
24 – 25 Aralık 1951
tarihine rastlayan bu çatışmanın Seul’ün kuzeyindeki Chorwon bölgesinde geçtiği
anlaşılıyor. Benim içinde bulunduğum birinci değiştirme birliğinin ikinci kafilesi
1951 Kasım ayının 23-25 inde Seul’un liman kenti Inchon’a tahliye edildi. Oradan Tugayın bulunduğu
Chorwon bölgesine nakledildik. Burada 4–5 günlük bekleyişten sonra kafile ile
gelen personel mensup oldukları birliklere dağıtıldı. Benim görev yerim Seul’un
güneyinde Suwon kentinde konuşlanan Depo Bölüğüydü. Burası Japon işgali sırasında yapılmış bir ziraat
okulu olup güzel binaları ve müştemilatları vardı. Binalardan biri yataklı
revir ve dinlenme yeri olarak düzenlenmiş,
doktorumuz ve sağlık personelimiz vardı. Tugay hastanesi de bu kentteydi.
Tugay ve Amerikan hastanelerinde tedavi gören yaralı ve hastalardan istirahatlı
olanlar burada kalıyorlar, sonra birliklerine katılıyorlardı. Chorwon bölgesinde
olan çatışmayı aralanıp tedavi sonrası buraya gelen erlerden dinlemiştim. Asıl
bilgiyi yedekte olan üçüncü tabur Sıhhiye Takımına atandıktan sonra
dosyalardaki bülten, yazı ve tamimlerden öğrenmiştim.
Haber niteliğinde olan bülten ve tamimleri
kendim muhafaza altına aldım. Hemen hemen altmış senedir muhafaza ettiğim yazı
ve tamimlerin bir kısmı olumsuz koşullardan harap olmuştu. Hele hele teksir
makinesiyle çoğaltılan bültenlerin mürekkebi uçmuş, okunmaz hale gelmişti. 24 –
25 Aralık 1951 gecesi cereyan eden çatışmayı karine ile okuyarak ancak bu
kadarını derleyebildim.
Şehit, yaralılar ve anılarımı belirttiğim ikinci
kısım ise üçüncü taburun tekrar cepheye intikal ettiği tarih olan 31 Mart 1952
ile 10 Temmuz 1952 sürecini kapsamaktadır. Tabur Komutanı Bnb. Yekta Kozan, Shh.
Tk. K. Tbb. Yzb. İbrahim Çolak Bayraktar’dı.
2012
İ S T A N B U L
Müstafi Shh. Asb
Kd.Bçvş.
Hayrettin Ülsever
Tüm dünyada insan faktörünün bulunduğu her
alanda çılgın diyebileceğimiz gözü
pek atak kimseler
vardır. Faaliyet gösterdikleri alanda
durağanlıktan sıkılan, yeknesaklıktan usanan bazı kişiler durdukları yerde
aniden bir atılım yaparlar, ya başarılı olurlar, ya olmazlar. Savaşlarda da
muharebe hatlarında buna benzer olayların olması kaçınılmaz bir gerçektir.
Tümence, taburca, takımca harekat yapılabildiği gibi bazen manga niteliğinde
bir güçle de bir operasyon öngörülebilmektedir. Ortama alıştıktan sonra
bireysel ataklar daha da ağırlık kazanmaktadır.
24 Aralık günü Tugay Karargahında
üzüntülü ve sabırsız bir bekleyiş vardı.
Uzun zamandan beri Kolordu cephesinde hiçbir esir alınamamıştı. Sanki bir grup çocuklar arasında esir almaca
oynanıyordu. Her türlü çareye baş vurularak muhakkak esir alınıp düşman hakkında
bilgi alınması gerekiyordu. Türk Tugayının başarılarına güvenilerek bu hususun
gereği için durağanlıktan sıkılan şimşek armalı 25. Tümen Komutanlığınca Tugay
Komutanlığına görev verilmişti. Tugay
Komutanlığı da gerekli hazırlıkları yaparak harekete geçmişti.
Fakat o günlerde çıkarılan keşif kolları düşmanla hiç karşılaşmıyor, kurulan pusulara da düşman girmiyordu. O sabah Yıldız Tepeye yapılan taarruz sonucunda tepe alınmış, fakat üstünde düşman bulunamamıştı. İstenildiği zaman esir alınıp düşman hakkında gerekli bilgiyi edinmeye ilişkin bir harp kuralı olmamakla beraber 25. Tümen Komutanlığınca bu husus Türk Tugayından isteniyordu. Bir gün sonrası ertesi gece düşmanla temasa geçildi. Bültendeki verilere göre düşman o gece 300 civarında ölü bırakmış dört esir alınmıştı. Bu çatışmada üç askerimiz şehit olmuş, iki de yaralımız vardı.
Çatışmadan bir gün evvel 23 Aralık günü ortalık çok sakin görünüyordu.
Sabah, oldukça soğuk bir günle başlamıştı. Asıl muharebe hattındaki yaşam
sığınaklarında 7.ci Bölük komutanlığı mahallinde bir hareketlenme vardı. Bölük Komutanı
ve diğer subaylar arasında Üsteğmen Başçeri de bulunuyordu. Başçeri 7.ci bölük
2.ci Takım Komutanlığına atanmış olup takımının komutasını almak üzere bölüğe
gelmişti. İltihak etmek üzere muharebe ileri karakolu görevini üstlenen
takımına geldiği zaman akşam olmuş gece bastırmıştı. İlk işi ileri karakolun
üzerinde bulunduğu tepenin etrafında bir çember teşkil eden mevzileri gezmek
oldu. Sonra tepenin en yüksek yerine çıkıp düşman tarafını seyretti. Aralık
ayının ayazında gökyüzünde yükselen yarım ay nedeniyle olağan üstü bir
parlaklık ve netlik vardı. Dağlar, vadiler gözle seçilebiliyor, yüksek dağların
zirvelerindeki karlar ay ışığında parlıyordu. Burası asıl muharebe hattından sekiz yüz metre kadar
ilerde sivri bir tepeydi. Kuzey doğuda 472 rakımlı tepe, daha kuzeyde de
düşmanın tuttuğu tepeler vardı.
(2)
3.Tabur Sıhhiye takımı, az ileride havan takımı, uzakta görülen yol çatısı, sağ tarafı düşman hatlarına gider.
Bu
foto aşağıdaki fotodan 1 hafta sonra çekilmiştir. Cepheye intikal edilmiş 3.
Tabur Shh. Tk. ve Havan Takımı bu vadidedir. (1 ve 2 numaralı resimler) Sağdaki
sırtın hattı cephe hattıdır.
20
Mart 1952 Bu fotoğraf 3. Tabur yedekte iken cepheye intikal etmek üzere cephe
gerisine geldiğinin ertesi günü, sol alt köşedeki gözetleme mevkiinden
çekilmiştir. (Stalin Tepe, 1052 metre.) Tugay cephesinin umumi görünüşü ve Amerikan uçakları ile
bombalandığı andır. Ucu bucağı görünmeyen bu topraklarda savaşın tahribatından
nasibini almayan bir karış yer yoktur.
Asıl muharebe
hattı ile düşman arasında bir boyun ve düzlük vardı. Burada Güney Korelilerle
Türk birliği arasındaki irtibat noktasını Kuzey Koreliler sık sık yoklamakta
idi. Muharebe ileri karakolu her an sarılabilir, düşmanın ateş ve ölüm çemberi
içinde eriyip yok olabilirdi. Etrafı iyice gözden geçirip düşüncelerini
yokladıktan sonra askerlerini etrafına topladı. Henüz isimlerini bilmediği
askerlerinin karanlıkta yüzlerini dahi doğru dürüst göremiyordu. Ama onlara
olan güveni tamdı. Üsteğmen Başçerinin komutasındaki kırk askerin kimler
olduğunu bilmeye öğrenmeye vakti yoktu. Onlara seslendi, tahkimatımız zayıf,
sayımız az. Bize, bu tepeyi tutacaksınız diyorlar.
Size güveniyorum, haydi işbaşına, bu tepe kale gibi
oluncaya kadar, durmak, dinlenmek, uyumak yok. Bu gece yapabildiklerimiz bizim
sigortamız olacak.
Üsteğmen Başçeri,nin bu sade sözleri Mehmetçikleri kamçılamaya yetti. Birkaç
dakika içinde kazma kürek sesleri gecenin sessizliğini doldurdu. Soğuk ve yarı
donmuş toprak çalışmaları yavaşlatıyordu. Bütün zorluklara rağmen sürünme ve
boy hendekleri boydan boya gözden geçirilerek güçlendirildi. Tel örgülerdeki
gedikler kapatıldı. Makinalıtüfek
yuvaları ve diğer mevziler toprak çuvalları ile takviye edildi. Nişan
basamaklarını yerleri yeniden düzenlendi. Üsteğmen Başçeri bu süreç içerisinde
askerleri ile beraber kıyasıya çalıştı. Sabahın alaca karanlığında tüm
hazırlıklar tamamlandı ve erat dinlenmeye çekildi. Ortalık aydınlandığında
Başçeri ayakta idi. Elinde dürbünü asıl muharebe hattımızın sol kanadında Güney
Kore birlikleriyle olan irtibat noktasını ve iki cephe arasında kalan askersiz
bölgenin arazi durumunu gözden geçiriyordu. Muhtemel bir saldırının evvela bu
noktaya yöneltileceğini, sonradan
muharebe ileri karakolumuza yönlendirileceğini tahmin ediyordu.
Saat 13:00’ e kadar olaysız geçti. 13:30
da tepenin güney doğusundan muharebe ileri karakolumuza hava ateşi açıldı. A-4
komutanı Samsunlu Kemal Engin muharebe ileri karakolunda bulunan iki A-4 ün
daha evvel havan ateşi ile parçalanmış olduğunu hatırlayarak kendi silahını bir
tilki oyuğuna saklamak için bulunduğu yerden fırlayarak mevziine doğru koşmaya
başladı. İrtibat hendeğini kullanıyor, düşmemek için elleriyle mevziin
kenarlarına tutunarak ilerliyordu. Tam mevziine varmak üzereyken hendeğin bir
metre kadar dışında bir havan mermisi patladı. Havaya uçuşan toz toprak
yatışınca kendini yarı beline kadar toprağa gömülmüş bir halde buldu. Sol
elinin üstünden yaralanmış eline küçük bir parça saplanmış gözle görülür bir
şekilde duruyordu. Onu dişleriyle söküp yere tükürdü. Debelenerek kendini topraktan
kurtardı. A-4 ünü kucaklayarak geri dönmek üzere harekete geçti. Ateş kesilmiş,
yaşam sığınaklarından çıkan erat tepenin gerisinde guruplar halinde
toplanmıştı. Arkadaşları Kemal’i dehşet
ve hayret dolu bakışlarla karşıladı. Kemal sanki un çuvalından çıkmış gibi
kirpiklerine kadar tozlanmış bir halde silahı ile birlikte koşarak kendilerine doğru
geliyordu. Üsteğmen yaralı eline bakarak, sen artık gazi oldun, diyerek ona
takıldı. Kemal’in yarasına sağlık personeli tarafından pansuman yapıldı ve
tetanos aşısı tatbik edildi. Üsteğmen onu sıhhiye takımına göndermek istediyse de
Kemal gitmek istemedi.
Hava henüz kararmıştı ki, muharebe ileri
karakoluna yakın tepelerden yine havan ateşi açıldı. Uzaklardan açılan topçu
ateşi de buna eklenince ortalık cehenneme döndü. Yalnız muharebe ileri
karakoluna elliden fazla mermi düştü. Allahtan mevzilere ve yaşam sığınaklarına
tam isabet olmadı. Üstelik asıl muharebe hattındaki 7.ci bölük de ateş
altındaydı. Hava karardığı için muharebe ileri karakolundaki erat tepenin
gerisine çekilmeyip mevzilerde kalmamıştı. Başlarının üzerinden onlarca top
mermisi hışırdayarak, ıslık çalarak geçiyor az sonra korkunç patlamalarıyla
gecenin sessizliğini bozuyorlardı…
Bu dehşet saatleri içinde 6.cı mangadan
Bergüzar onbaşı 472 rakımlı tepe istikametinde bir ışık gördü. Şükrü Üstün
çavuş bu durumu derhal Üsteğmenine, O da Bölük Komutanlığına bildirdi. Bunun
düşman tarafından yapılan bir hata mı, yoksa kendi aralarında bir parola mı
olduğunu anlamak o şartlar altında güçtü. En kötü ihtimal düşünülerek bütün
tedbirler alındı, hazırlıklar tamamlandı.
Durum
Tugay Komutanlığı Harekat Şubesinde kurmaylar tarafından harita üzerinde
kontrol altına alınarak dakika geçmeden takip ediliyordu. Saat 19:30
sıralarında düşman topçu ve havan ateşi anide kesildi. Muharebe ileri karakolu
çevresinde gergin ve sessiz bir bekleyiş meydana geldi. Nefesler tutulmuş, çıt
çıkmıyordu. Bazı erler kendilerini zorlayarak öksürmemeye, aksırmamaya
çalışıyorlardı. İleri karakolun bütün personeli dikkatlerini gözetlemeye
vermişlerdi. Gece ilerlemiş ay yükselmişti. Çıkan ayazla birlikte loş bir
aydınlık ortalığı kaplamıştı. Keskin bakışlı gözler bulundukları yerden
itibaren uzakları tarıyor en küçük bir hareketi gözden kaçırmamaya çalışıyordu.
Düşmanın hareket halinde olduğunu ilk gören Belgüzar Demir oldu. 472
rakımlı tepenin güney batısındaki boyun noktasında hareket halindeki birtakım
şekillerin kümeleşmekte olduğunu fark etti. Buna iyice emin olduktan sonra arkadaşlarına
seslendi, durumu bildirdi. Belgüzar onbaşının tarifi üzerine bütün gözler
dikkatlerini o yana kaydırdı. Hareket halinde olan objeleri saymaya başladılar.
Yirmi, otuz, kırk kişi varlar diye fikir yürütüyorlardı. Şükrü çavuş hemen telefon
başında nöbet tutan arkadaşına koştu, durumu Takım Komutanına bildirdi. Ve gördüklerini
bütün detaylarıyla anlattı.
Üsteğmen Başçeri bu dakikadan itibaren duruma hakim olmak için üstün bir
gayret sarf etti. Yapmak istediklerini, düşüncelerini ve düşüncelerinin
sonuçlarını erlerine anlattı. Ateş emri verilmedikçe kesinlikle ateş
edilmemesini sıkı sıkıya tembih etti. Muharebe ileri karakolu görevini üstlenen
takımına iltihak ettiğinde gün bitmiş alaca karanlık henüz basmıştı. Hazırlık
ve sağlamlaştırma çalışmaları hemen hemen bütün gece sürdüğünden gecenin nasıl
geçtiğini anlayamamıştı. Bu gece ilk gecesi sayılırdı. Daha mıntıkayı bile iyice
tanımadan karşılaştığı bu olay karşısında hiç yılgınlık göstermedi. Harita ve
erlerden edindiği bilgiler doğrultusunda, kendi görüş ve düşüncelerini de
katarak gerekli önlemleri aldı. Muharebe ileri karakolu mevzilerini teker teker
gezerek erlerine moral ve emirler verdi. Hazırlık bu şekilde devam ederken Tugay
Komutanlığının emriyle de Bölük İhtiyat Takımı, Muharebe İleri Karakolunun
gerisine mevzilendirilmişti. Dakikalar ilerledikçe karşı tarafta da olağan üstü
gelişmelerin yaşandığı Muharebe İleri Karakolunun gözcülerinin dikkatinden
kaçmıyordu. Bu arada cepheden yaklaşmakta olan karşı harekattan başka Üsteğmen Başçeri’nin
muharebe İleri Karakolunu her iki yandan sarmak istedikleri anlaşıldı. Başçeri, emirsiz ateş açılmaması hususundaki
emri hatırlattı ve tekrarladı. Aynı zamanda durumu Bölük Komutanlığına rapor
etti.
24-25 Aralık gecesi harekat planı
Bir kafilenin yurda
uğurlanışı. PUSAN. 1952 Temmuz.
Tugayın maskotu Türkan Kız ve Cerrahi Teknisyen Ali Aslan
Kore savaşının ellinci ve altmışıncı yıl dönümleri yapılan törenlerle saygı ile anılmış ve her sene de tekrarlanarak anılar tazelenmektedir. İki binli yılların başında bende anılarımı yazmıştım ve o tarihlerde Harbiye Askeri Müzede Kore Türk Tugayı Komutanı Tahsin Yazıcı’nın oğlu emekli albay Alp Yazıcının açmış olduğu Kore savaşı belgeleri sergisinde bir kopyasını kendilerine takdim etmiştim. Çok memnun kalmışlar, teşekkür etmek için ayrıca evime gelmişlerdi. Bir müddet sonra vefat ettiklerini duydum. Ben anılarımı 2011 de internette neşrettim.
4. üncü
manga ile düşman arasında 70 – 80 metre kadar mesafe kalmıştı. Kuzey Kore
kuvvetlerine yardım için gelen Çin birliklerinden müteşekkil olan karşı kuvvet,
saniyeler sanki dakika, dakikalar sanki saatmiş gibi geçen zaman süreci
içerisinde gecenin sessizliğini bozmadan sinsice yaklaşıyordu. Mesafe kırk
metreye kadar indiğinde ilk temas 6. manga önlerinde olacak gibiydi. 6.
manganın bir hafif makinalı tüfeği, iki makinalı tabancası ve altı piyade tüfeği
vardı. Namluların her biri başka düşman üzerine kilitlenmişti. Çinliler dikenli
tel örgüleri fark edip durakladıysa da az sonra ilerlemelerine devam ettiler.
Gözetleme noktasından Üsteğmene tellerin kesilmeye başlandığına dair bilgi ulaşınca
Başçeri gerekli emri bildirdi.
Telefonun öbür ucunda bulunan Şükrü Çavuşun gür sesi gecenin
sessizliğini bozdu. ATEŞ serbest… diye bağırdı. Soğuk gece anide ısınıvermişti.
6. manga cephesinde başlayan sıcak temas dakika dolmadan diğer hatlara da
sıçradı. Dikenli telleri keserek
aralarından geçmeye çalışan Çinli askerler, gergin bir bekleme süreci içinde
moral bulan 6. manga askerlerinin ateş kusan silahlarının mermileriyle vurulup
düşüyor, kimi tel örgülere takılıp can çekişiyor, kimi de o korkunç karmaşa
içinde kaçmaya çalışıyor, ancak kaçmaya çalışanlar da daha fazla gidemiyor,
mermi yağmuru altında kalarak yere düşüyordu. 6. manga duruma hakimdi, geçit
vermiyordu. Muharebe ileri karakolunun yanlarında ve gerisinde de çatışma
başladığında Çinliler biraz daha dikkatli davrandılar. Muharebe ileri
karakolunun gerisine sarkmak isteyen Çinliler Tugay Komutanlığınca ileri
sürülen Bölük ihtiyat takımını karşılarında buldular.
Muharebe ileri karakolumuzun ön cephesinde olaylar devam ederken ateş üstünlüğümüzü
kabul etmek zorunda kaldılar ve birliklerinin ateşli koruması altında
sıçrayarak ilerlemeye başladılar. Aynı zamanda korkunç ve kesif bir havan
ateşiyle üstünlük sağlamaktaydılar. Topcumuzun buna müdahalesi gecikmedi. 30,
40 metre kadar yaklaştıklarında net ve olumlu ateşimiz karşısında durmak
zorunda kaldılar. Bu kısımda A-4 ü
kullanan Kemal Engin’in payı büyüktü. Çok haraketli ve atik olan Kemal A – 4 ü
ile birkaç dakika ateş ettikten sonra tüfeğini kaptığı gibi başka bir yere
sıçrıyor, ateşe oradan devam ediyordu. Böylece muharebe ileri karakolunda üç
dört A-4 olduğu intibaını bırakmak hem de A-4 ünü düşman tüfek ve el
bombalarından korumak istiyordu.
Bu
sırada Takım Komutanı Başçeri 4 ve 5. mangaları arayarak bilgi aldı. O kesimde
durumun iyi olduğuna kanaat getirerek 7. Bölük Komutanı Yzb. Salgırtay’a izahat
verdi. Konuşmanın tam hararetli anında Yüzbaşının sesi duyulmaz oldu. Bu andan
itibaren muharebe ileri karakolunun geriyle olan irtibatı kesilmişti. 7.
bölükle irtibatın aniden kesilmesi ve son anda telefondan anlaşılmaz sesler
duyulmasının anlamı ne olabilirdi. Üsteğmen Başçeri’ye bu yalnız muharebe ileri
karakoluna ve hemen gerisindeki ikmal bölgesine karşı yapılmış bir taarruz
olmayıp Bölük çapında değil daha büyük bir birlik tarafından daha geniş bir
alanı kapsayan taarruz hareketine benziyordu. Çünkü, Muharebe ileri
karakolumuzla çatışmaya giren ve iki takım olduğu tahmin edilen birliğin bir
kısmının gerideki boyun noktasına uzanıp oradaki telefon hatlarımızı kesmiş
olması mümkün görülmüyordu. Ancak, Tugaya gelen bir raporda durum açıklık
kazanmıştı. Muharebe ileri karakolunu kuşatan bir bölük düşmandan başka bir
bölük düşman askeri de 6. Bölük cephesine giden vadiye yayılırken başka bir müfreze
de 7. Bölük muharebe ileri karakolu ile 472 rakımlı tepe arasında
mevzilenmişti. Böylece taarruz eden Kuzey Kore Çin birliğinin bir tabur kadar
olabileceği anlaşılınca Tuğay Komutanlığı gerekli tedbirleri alarak duruma
hakim olma yolunu seçti ve düşmanın muharebe şartları gereği her hangi bir
şaşırtma yapması ihtimaline karşı Bölük Komutanlarını uyardı.
Saat
20:30’u geçmişti. Bu, bir kış gecesi için epey ilerlemiş bir vakitti. Muharebe
ileri karakolu çevresindeki çatışma bütün şiddetiyle devam ediyor, silahlar bir
türlü susmak bilmiyordu. İzli mermiler her iki taraf arasında gidip geliyor,
her iki tarafın çeşitli silahlarından karakteristik tarakalar ve seken
kurşunların vızıltısı arasına karışan bomba ve havan mermilerinin o korkunç
sesleri ölüm orkestrasının ritmini tamamlar gibiydi. Üsteğmen Başçeri,nin kırk iki
kişilik takımının kırk silahı Çaynislere geçit vermiyordu.
Takım
gözetleme yerinden mangaları ile irtibat halinde olan Takım Komutanı Başçeri
durumu telsizle Bölük Komutanlığına bildirmek üzere mevzilere indiğinde
telsizci Halil Baş, tepenin arkasındaki boyun noktasına bakan tarafa ve bazuka
mevziinin hemen batısında Çinlilerin arkasına sığındıkları büyük bir kayanın 30
– 35 metre kadar açığındaydı. Telsizin hemen arkasında yüksekçe bir yere
mevzilenmiş A-4 ve bir BAR tüfeğiyle kayanın sağını ve solunu tuttukları için
Çinli askerler daha ileri geçemiyor, yalnız kayanın üzerine çıkarak el bombası
atıyorlardı. Üsteğmen Başçeri telsizle Bölük Komutanı ile konuşup durum
değerlendirmesi yaparken bir taraftan da kayanın üzerinden el bombası atan
Çinlileri nasıl tesirsiz hale getirebilirim diye düşünüyordu. Bunun en iyisinin
bazuka ile mümkün olabileceğine karar verdi. Bazukacıya haber göndermişti.
Konuşmasını bitirip mevziden tam irtibat hendeğine atlarken müthiş bir patlama
ile birdenbire dünyası karardı. Gözlerinin içinde rengarenk şimşekler çakıyor, başı
uğulduyor, kulaklarında müthiş bir basınç hissediyordu. Kendinden geçmiş sanki
rüyada gibiydi. Çocukluğu, anne ve babası, arkadaşları, daha on beş gün evvel Tokyo’da geçirdiği
bir haftalık şahane bir tatil gözlerinin önünden bir şerit gibi geçti. Sonra
kendine gelir gibi oldu. Başındaki uğultu azaldı. Acaba vuruldum mu diye
kendini yokladı. Ağrısı sızısı yoktu, vurulmadığına hükmetti. Yalnız
kulaklarında müthiş bir çınlama vardı. Etraftan karmaşık sesler duymaya
başladı. Kamaşan gözlerini açtığında baş ucunda bazukacı Dursun ona
sesleniyordu. Yaralı mısınız Üsteğmenim diye ona sesleniyordu. Ben de onu
düşünüyorum, diye cevap verdi Başçeri. Bütün bunlar çok kısa bir zaman dilimi
içinde olmuştu.
Üsteğmen
Başçeri elleriyle yüzünü ve başını oğuşturdu. Hayret, başında miğferi yoktu. Sağa
sola bakındılar, Dursun iki üç metre ilerde irtibat hendeğinin başladığı yerden
miğferi alıp getirdiğinde hayretler içinde kaldılar. Miğferin üst kısmı çekiç
darbeleriyle yassıtılmış gibiydi.
Sonraları yapılan sağlık kontrolünde her iki kulak zarının yırtıldığı
buna da başının hemen üzerinde patlayan bir el bombası basıncının sebep
olabileceği anlaşılmıştı.
Duracak
zaman yoktu. Dursun bazukasının, Üsteğmen de telsizin yanına döndü. Telsiz eri
Halil, Nazlı 31… Nazlı 31…, diye Bölük
Komutanlığını aramaya başlamıştı ki, Çinliler tarafından mevzie atılan ikinci
bir el bombası Başçeriyle telsizci Halil Baş arasında korkunç bir gümleme ile
patladı. Üsteğmen bu sefer de şanslıydı. Bomba iki üç metrelik bir mesafede
patlamış, ortalık toz duman olmuş, ve sol ayak bileğine yakın bir yerden bomba
parça yarası almıştı. Yara hafif görünüyordu. Telsiz eri Halil Başın yarası
biraz daha ciddiydi. Telsiz aleti de hasar görmüştü. Başçeri telsiz eri Halil’i
daha emin bir yer olan iki manga arasındaki üstü kapalı mevziye taşıdı. Burada
her ikisinin de yaraları sarıldıktan sonra yaralı ayağı ile aksaya aksaya
bazuka mevziine gitti. Bazuka eri Dursun iki taraf arsındaki karşılıklı
çatışmayı seyrediyor, Üsteğmenini bekliyor ve hazırlıklıydı. Çinliler
mevzilerimizdeki bir anlık suskunluktan yararlanarak hareketlendiler ve kayanın
üzerinde gruplaştılar. Üsteğmen bazukayı tam bu anda omzuna dayamıştı. Tetiğe dokunarak mermiyi tam ortalarına
gönderdi. Çinliler yok oldular.
Bu
sırada yan taraftan kayaya tırmanmaya çalışan guruba da bir roket sallayarak
onları da tesirsiz hale getirdi. Kayanın tam karşısında yüksekçe bir mevkideki
siperlerimizde mevzilenmiş olan A 4 ile BAR tüfeği de kayanın arkasından
fırlayıp mevzilerimize saldırmak isteyen Çinlilere aman vermiyor, tarıyordu. Bu
sıralarda muharebe ileri karakolunun Bölükle irtibatının kesildiği Tugay
Komutanlığına bildirilmişti. Bunun üzerine Tugay Komutanlığı 7. bölük İhtiyat
takımının taarruz ederek Muharebe ileri Karakolu ile irtibat kurmasını
emretti. 7. bölük ihtiyat takımı muharebe
ileri Karakolu ile irtibat temin etmek üzere harekete geçip yüz metre kadar
ilerlemişlerdi ki, asıl muharebe hattı
ile Muharebe İleri Karakolu arasında kendilerinden çok üstün sayıda düşman birliği olduğunu gördüler.
Takım Komutanı Güçkan durumu Bölük Komutanlığına bildirdi. Yüzbaşım burası arı kovanı gibi kaynaşıyor… Teğmen
Güçkan düşmanla tam çatışmaya gireceği sırada Bölük Komutanından geri çekilme
emri aldı. Buna sebep asıl muharebe hattı ile Muharebe ileri karakoluna dar
sahaya Üsteğmen Güçkan’ın rapor ettiği gibi çok sayıda düşman birliğinin sızmış
olmasıydı. Buradaki dar alan ancak takım halinde bir güçle taarruza müsaitti.
Bunu mümkün kılmak için de düşmanın etkin
bir topçu ateşi altına alınması gerekiyordu.
Takım
geri çekilir çekilmez topçu ateşi başladı. Asıl muharebe hattı ile Muharebe
ileri karakolu arasındaki takriben sekiz yüz metrelik hat havan toplarının iştirakiyle
cehenneme döndü. Düşmanın direnci kırıldı,
Yüzlerce kayıp verdi. Topçunun bu
isabetli ateşine ve onca kaybına rağmen düşman birliği geri çekilmeyerek
muharebe ileri karakoluna her önden saldırmaya devam etti. Muharebe ileri
Karakolunu savunan Mehmetçikler sıcak çatışma sonucu kanları kamçılanmış, yorulmak bilmiyor soğuktan etkilenmiyorlardı.
Arkadaşlarına isimleriyle seslenerek yüreklendirici sözler söylüyorlar, birbirlerine moral
veriyorlar, bir taraftan da.. hey
Çaynis, come here.. diye Kuzey
Kore müttefik Çin askerlerine laf atıyorlardı.
Bir ara tarakalar azaldı. A-4 ler ve
diğer makinalılar sustu. Ara sıra tek atışlar duyuluyordu. Üsteğmen Başçeri
tarafından mevzilere haber gönderilerek cephane tasarrufuna dikkat edilmesi,
isabetli ve yerinde atışlar yapılarak üstünlüğün devamının korunması
istenmişti. Bu önlem etkili de oldu. Silah seslerinin azaldığını hisseden
düşman bunu bir zaaf sanarak biraz hareketlendi. Fakat, anında karşılık görerek
düşmana epey kayıp verdirildi. Bu arada
yarası Üsteğmen tarafından sarılan telsizci ile yaralı bacağından kan kaybeden
Başçeri arızalı telefon ile uğraşırken bir ara bölükle irtibat kurdular. Başçeri..
Çarpışıyoruz, dayanıyoruz, düşmana çok kayıp verdirdik. Cephane sıkıntımız
başladı, sonuna kadar dayanacağız, acele edin..
mesajını geçti. 5. manganın zayıf bir noktasına iki mangadan oluşan bir
düşman müfrezesi saldırıyordu. Bu noktayı Ali Yılmaz ile Ahmet Kaya
koruyorlardı. M 1 tüfeğini gayet iyi
kullanan Ali çok iyi bir nişancıydı. Cephaneyi iyi kullanmak için seyrek ve
isabetli atışlar yapıyordu.
Bir ara karşıdan bir Çinlinin
ayağa kalkarak bir el bombası attığını gördü.
Gözlerini ve silahını aynı noktaya odaklayarak nişan aldı. Çinlinin
hareketini tekrarlayacağını ümit ediyordu, öyle de oldu. Çinli ayağa kalkar
kalkmaz tetiğe dokundu. Evvela elindeki bomba mevziin içine düştü, sonra
kendisi yere yığıldı. Fakat aynı anlarda iki üç Çin’li de Ali’nin çok kısa
görünen başına ateş ettiler. Tam bu anda Ali tarafından vurulan Çin’linin
elinden düşen bomba patlayarak Aliye nişan alıp ateş eden Çinlileri havaya
uçurdu. Ne yazık ki Ali çene ve ağız boşluğundan vurulmuştu. Ahmet Kaya Alinin
yanına koştu, Alide hayat yoktu. Şakak ve elmacık kemiği parçalanmış silahına
dayanmış olarak hareketsiz duruyordu. Aynı dakikalar içinde Cemil Zeren el
bombasıyla hemen arkasından da Ahmet Kaya piyade mermisiyle yaralanarak çatışma
sonrası hastaneye kaldırıldığında şehit oldular.Daha sonra yapılan
röportajlarda arkadaşları bu üç şehit erimizin olağan üstü gayret ve kahramanlıklarını, bitmek tükenmek bilmeyen
enerjilerini anlata anlata bitirememişlerdi.
Komünistlerin mühim günlerin yıl dönümlerinde saldırıda bulundukları
biliniyordu, bugün de Kunuri savaşının yıl dönümüne rastlıyordu. Gece saat
23.oo suları olmuş gök yüzü bulutsuz ve pırıl pırıldı. Gece mavisinin
parlaklığında tepeler ve vadiler seçilebiliyor, her iki tarafta gerilerde
konuşlanan ışıldakların da yardımı ile oluşan alaca karanlıkta en ufak bir
hareket gözden kaçmıyordu. A-4 ve BAR Tüfekleri susmuş gibiydi. Yalnız M-1
piyade tüfekleri ara sıra sessizliği bozuyor, Kuzey Kore’nin müttefiki Çin
birliğinin kullandığı Rus yapımı 7.62 lik ağır makinalı M- 1910 ve 7.62
Karabina M-1938 lerin sesleri de buna karışıyordu. Yaralı Üsteğmen Başçeri
manga komutanlarına şu emri verdi.. Cephanemiz bitmek üzere. Yardım geliyor,
iyice emin olmadıkça ateş etmeyin. Haydi aslanlarım…
Meydana gelen suskunluktan umutlanan düşman inlerinden çıkarak
mevzilerimize saldırmak istediklerinde isabetli ve tek atışlarla bertaraf
ediliyordu. Mehmetçikler ikide bir mermilerini sayar duruma düşmüşlerdi. A komutanı
Kemal Engin mermilerini saymaktan ateş edemez hale gelmenin moral bozukluğu
içinde kıvranırken zihninde bir şimşek çaktı. 7-8 saat evvel öğlen vakti düşman
havan ateşine maruz kalmışlar A-4 ünü emniyet için almaya gittiğinde kendisi de
elinden hafif yaralanmıştı. A-4 ünü kucaklamış gelmiş fakat cephane kutuları
orada kalmıştı. Hemen bulacağından emindi. Fakat korkunç ateş karşısında nasıl
gidip dönecekti. Başka çaresi de kalmamıştı, gidip dönecekti... A-4 ü
nişancısına bırakarak irtibat hendeğine atladı İrtibat hendeklerinin derinliği
daha azdı. Yerde emekleyerek ilerlemeye başladı. Mevzilerden geçerken
arkadaşları ona hayretle bakıyor ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorlardı.
Kısaca durumu açıkladıktan sonra ona şans dileyip uğurladılar. Az sonra çok iyi
bildiği bu yeri rahatlıkla buldu. Ancak, topçu ve havan atışlarından olsa gerek
arazi şekli değişmiş toprak alt üst olmuştu. Beraberinde getirdiği kürekle işe
başladı. Öyle büyük bir arzu ve azimle çalışıyordu ki ara sıra elleriyle
toprağı eşelediğinden tırnak diplerinin acıdığının farkında değildi. Bir ara
ayak ucuna yumuşak toprağa bir bomba düştü, onu ayağı ile iterek yokuş aşağı
yuvarladı. Bomba büyük bir gürültüyle
patladı. Kemal kazmaya devam
ederek kutulara ulaştı..
Sırtından parkasını çıkararak fermuarını çekti. Mermi kutularını içine
doldurup sırtına vurdu. Bu tehlikeli yerlerden bir an evvel uzaklaşmak
gerekiyordu. Düşe kalka sürünerek geldiği yerlerden geçti. Dönerken
arkadaşlarına da mermi kutularından bıraktı.
Döndüğünde arkadaşları onu merakla bekliyordu. Bir anda moral buldular.
Bu
esnada 7. ci Bölük ihtiyat takımı asıl muharebe hattı önünde ikinci defa olarak
taarruza hazırlanıyordu. Taarruz için
topçu ateşinin bir saate yakındır kaydırılması bekleniyordu. Takım Komutanı Adem Gückan
Muharebe ileri karakolundakilerin güç durumda olduklarını tahmin ediyor gelişen
durumun bunu gösterdiğine inanıyordu. İnşallah geç kalmamışızdır, diye düşündü.
Üsteğmen Güçkan ve erleri gerilmiş yay gibiydi. Nihayet beklenen an geldi.
Yüzbaşı Salgırtay ihtiyat takımına hücum emri verdi. Topçu ve havan ateşimiz
altında epeyce kayıp veren Çinliler moralman da çökmüş olduklarından İhtiyat takımının
hücumu karşısında şaşırdılar. Ancak, karşılık
vermekten de geri kalmadılar. İhtiyat takımının koşarak ve çarpışarak geçtiği
yerlerde topç ateşi sonucu onlarca Çinli asker ölü olarak yerlerde
yatıyordu.
İhtiyat Takımı, muharebe ileri karakolumuzun arkasındaki boyun noktasına
geldiğinde Muharebe ileri karakolunu arkadan çevirmek isteyen Çinlilerin
şiddetli ateşine maruz kaldı. Fakat moralsiz ve tedirgin olduklarından İhtiyat
Takımımızın enerjik ve taze gücü karşısında çabuk çözüldüler. Her şey, sanki
bir gösteri yapılıyormuş gibi ışıldakların soluk gölgesinde cereyan ediyordu.
İhtiyat Takımının buradaki başarısında Takım Komutanı Üsteğmen ile Bölük
Yüzbaşı Salgırtay’dan taarruza iştirak için ısrarla izin alan 1. Tb. Hesap
uzmanı Üsteğmen Turgut Özgüler’in rolleri büyüktür. Gerek takım komutanı Güçkan
ve gerekse hücuma gönüllü iştirak eden Hesap uzmanı Özgüler erlere örnek olacak
bir şekilde savaşmışlardır. Düşmanın direnci kırılmıştı ama, burada yeni bir
sorunla karşılaşıldı. Düşman ateşine ilaveten Muharebe İleri Karakolunun güney
kanadındaki bütün silahlar A-4 dahil şimdi ihtiyat takımına ateş ediyorlardı.
Durum gerçekten kötüydü. İhtiyat Takımındakilerin yapabilecekleri tek şey
kendilerini bir an evvel tanıtabilmekti. Bu kargaşa içinde bunu yapabilmek
güçtü. Muharebe İleri Karakolundaki arkadaşlarına isimleriyle seslendiler, ATEŞ
ETMEYİN, Biziz.. diye bağırdılar
ama, geceyi cehenneme çeviren silah tarakaları ve bomba sesleri arasında bu
seslenmeler kaybolup gidiyordu. Kendilerini tanıtmak için yaptıkları her türlü
girişim kardeş ateşine hedef oluyordu. Muharebe ileri karakolunun bazuka
mevkiinde yaralandığı yerde yatmakta olan Üsteğmen Başçeri yarası ağır
olmamakla beraber geçen zaman süreci içinde yarası tam müdahale görmediğinden ne
de olsa kan kaybediyordu. Bu yüzden
kendini kaybetmemek için olağan üstü bir direnç gösteriyor, aynı zamanda mangalarla
olan irtibatını devam ettirerek onlara gerekli emirler veriyordu. Mangalarla
olan telefon irtibatı kopmuştu. İrtibat gerektiğinde er göndererek sağlıyordu.
Bu defa bazukacı Dursun Hınıslı’nın ısrarı ve yalvarması üzerine onu gönderdi. Kendisi de
ayağa kalkıp nişan basamağına çıkarak bazukayı kavrayıp beklemeye başladı.
Saat
00.30 sularında irtibat hendeklerinden sürünerek gelen bir er Üsteğmen Başçeri’ye şu haberi verdi. Boyun noktasında
bir, bunun batısında iki takımdan oluşan bir düşman müfrezesinin yeni bir
taarruz hazırlığında olduğu sanılıyor. Boyun noktasındaki düşmanın Türkçe bir
şeyler haykırıp bir takım isimler sayarak, ateş etmeyin biziz diye
bağırıyorlar. Kuzey Kore müttefik Çin birliklerinin böyle savaş hilelerine sık
sık başvurduklarını Üsteğmen gayet iyi biliyordu. Onun için cephaneyi dikkatli
kullanmak şartı ile ateşe devam edilmesini emretti.
İhtiyat takımı boyun noktasına
geldiğinden beri daha ileriye gidememişti. Muharebe ileri Karakolu ile
aralarında kalan saha içinde tek tük dağınık Çinli askerler vardı. Çinliler bunları
kanattan gelen takımla desteklemeye çalışıyordu. Takım Komutanı Üsteğmen Güçkanın
aklına dahiyane bir fikir geldi. Er
Zeynel Yıldırımı yanına çağırdı. Zeynel..
dedi. Hemen ezan okumaya başla,
bitince tekrarla. Zeynel şaşırdı ise de takım komutanı onu ikna etti. Zeynel iki elinin işaret parmakları ile
kulaklarını tıkayarak yanık sesiyle bütün gücünü sarf ederek ezan okumaya
başladı.
Bu
sıralarda muharebe ileri karakolu Takım Komutanı Üsteğmen Başçeriye bir er
gelerek şu bilgiyi verdi. Batıda toplanan iki takım kadar düşman boyun noktasında
arkamıza doğru sarkmaya çalışıyor. Üsteğmene göre bu çatışmanın sona yaklaşması
demekti. Kemalin getirdiği cephaneler de bitmek üzereydi. Beş saattir durup dinlenmeden
savaşan erlerini bu badireden
nasıl çıkarabileceğinin muhasebesini yaparken
yanına bir er
yaklaşarak tepesinde patlayan
bombanın basıncı ile
kulak zarları patlayan
ve çok az
duyan Başçeriye.. Üsteğmenim,
işitiyor musunuz, ezan okunuyor.. dedi. Başçeri’nin tereddüt etmesi üzerine
dediklerini tekrarladı.. Ezan
okunuyor ezan!
Gerçekten de boyun noktasının aşağısındaki dere yatağından ezan sesi
duyuluyor, vadiyi dolduran ses karşılıklı yamaçlarda aksi sedalar yaratarak
yükseliyor, yükseliyor ve insanın
üzerinde tarifi güç bir duygu bırakıyordu. Üsteğmen Başçeri kulaklarında
meydana gelen arıza nedeniyle ezan sesini duyup ayırt edemiyordu. Erlerden bir
kaçını sorgulayarak iyice bilgi aldıktan sonra bizimkiler tarafından ezan
okunduğuna inanarak derin bir nefes aldı ve şu
emri verdi.. Pekala..
Boyun noktasından yaklaşanlara ateşi kesin, kalan cephaneyi yan taraftan
sokulmak isteyen düşmana harcayın.
Askerlerden birkaçı.. ateşi kesiyoruz, yaklaşın, diye bağırdı. İhtiyat takımı bu
işareti alır almaz er Zeynel ezanı bıraktı ve takım ağır ve temkinli adımlarla
yaklaşmaya başladı. Muharebe ileri karakolu ile kendilerine yaklaşmakta olan
ihtiyat takımı arasındaki sahada kalan ve direnmekte devam eden bir kaç gurup
düşman askeri iki taraftan açılan ateşimizle imha edildiler. Muharebe ileri
Karakolu ile ihtiyat takımı birleşerek batıya yöneldiler ve burada bulunan iki
takımlık düşman birliği bu ani değişiklik karşısında şaşkına döndü ve durakladı.
Muharebe ileri karakol Komutanı Üst Teğmen
Baş Çeri ile İhtiyat takım komutanı Üst Teğmen Güçkan ve harekata onunla
birlikte gönüllü katılan 1. Tabur hesap uzmanı Üst Teğmen Özgülerin
karşılaşmaları çok heyecanlı oldu. Muharebe ileri karakolunun bazuka mevziinde
yaralı olarak görevi başında olan Başçeri ile telsiz eri Halil Başın sargıları
gözden geçirilerek değiştirildi. Üst Teğmenler Başçeri ve Gückan bir durum değerlendirmesi yaparak batı yönden
yaklaşmaya çalışan düşman müfrezesine ateş için gerekli emirleri ulaştırdılar.
Bazuka mevziinin karşısındaki kayalığa tırmanan ihtiyat takımı erlerinden dört
beş kişilik bir gurup aniden kayanın arkasına atlayarak, kayanın her iki
yanından yere yatıp mevzilenerek birliğimize ateş açmak isteyen düşmanın iki
makinalı tüfek timini etkisiz hale getirdiler. Çinli askerlerden ikisi vuruldu,
dördü ellerini kaldırarak teslim oldular.
Birliklerimizin ileri hareketi devam ederken birdenbire düdük ve borazan
sesleri duyulmaya başladı. Bu işaretler bizim birliklere ait değildi. Düşman
taarruzdan vaz geçmiş geri çekiliyordu. Üsteğmen Güçkan muharebe ileri karakolu
ile irtibat kurduklarını ve birleştiklerini ve ilerlemekte devam ettiklerini,
dört esir alındığını ve düşmanın geri çekilmekte olduğunu telsizle Bölük
Komutanlığına bildirdi. Haber, Tugay
komutanlığına ulaşınca hüzünlü bekleyiş sevince dönüştü. Ancak yapılacak bir
şey daha vardı. Geri çekilen düşman birliğini topçu ateşiyle hırpalamak.Tugay
Komutanlığı Harekat şubesi gerekli
tespit ve tedbirlerden sonra düşmanın çekilmekte olduğu
sahayı çıktıkları ilk
hareket noktasına kadar karış
karış dövün, çekilmesine mani olun diye emir vererek topçu ateşini başlattı.
Üst Teğmen Başçeri
geri götürülürken er Dursun
Hınıslı,yı hatırladı ve
aranmasını emretti. Bazuka mevziinden kırk elli metre kadar henüz
ayrılmıştı ki bir düşman tüfek bombasıyla şehit olmuş, yüzükoyun, yumrukları
sıkılı yerde yatıyordu. Arkadaşları onu
çevirdiklerinde son görevini yerine getirememenin hüzünlü ifadesi yüzünden
okunuyordu.
Ertesi günü Amerikan Tümen Komutanlığından Türk Tugay Komutanlığına
şöyle bir mesaj geliyordu. Asıl muharebe hattından taarruz için çıkartılan
kuvvetlerin mahsur muharebe ileri karakolu ile irtibat temin etmelerini ve bu esnada
arada kalan düşmanın imha edilmesini eskiden beri alaylarımdan isterdim. Bunun
tatbikini ilk efa siz gerçekleştirdiniz, tebrik ederim…
Tümen Komutanlığı muavini de bilahare
şunu söylüyordu.. Biz bu muharebe ileri karakolunun bulunduğu yeri
mahkum arazi sayıyorduk. Demek ki böyle bir yerde de başarı
sağlanabiliyormuş.
X X X
Ay
ışığında korkunç Kore Geceleri
İ K İ N C İ K I
S I m
Ş E H İ
T L E R Y A R A L I L A R
V E
B İ R K A Ç A N I
ŞEHİTLER - ÇİPURİ BÖLGESİ
31 mart
1952 günü cepheye
intikal ederken mevzilere
bile daha doğru
dürüst yerleşmeden hareketliliğin düşman
tarafından fark edilmesi
üzerine açılan havan
ateşi sonucu verilen
iki şehit.
12 . Bl. Çvş. Mehmet Kurt
10632 Kumtepe ,havan
yarası ile şehit.
12.Bl.
Er Hamza Çelik
11252 Kumtepe havan
yarası ile şehit.
2
Nisan l952 Kumtepe
ll. Bl. İbrahim Sümer
6973 tüfek mermi si
ile şehit, alnından.
4
nisan l952 Kumtepe
11. Bl. Er Kamil Top
6980 tüfek mermisi
ile şehit.
11. Nisan
1952 Kumtepe 11.Bl.
Niyazi Temel er
6970 havan parçasıyla
yaralanma sonucu iç
kanamadan şehit.
17 Nisan
1952 Kumtepe 9.Bl.
Hüseyin Temel 7058
Malatya 1930 M1 mermisi ile
kaza sonrası şehit.
18 nisan
1952 Kumtepe 11.Bl. Çvş. Hıdır Bahana
1930
18
nisan 1952 Kumtepe
11.Bl. Er Nuri Mutlu
M. Kemalpaşa 1926 7445 Çavuş Hıdır
Bahana ile er
Nuri Mutlu 11 ci
bölük
18
nisan sabaha karşı 03.30 da yapılan
taarruzda şehit olmuşlardı.
Nuri Mutlu’nun naaşı
ayni günün akşamı
beyazlar giyinen bir
tim tarafından operasyonla
alınmış, Çavuş Hıdır
Bahana, nın naaşı maalesef
düşmana kaptırılmıştı.
29 Nisan
l952 Kumtepe .
10.Bl. Abdullah Zeren
er 1930 Çayıralan
10559 .
Er Abdullah
Zeren düşman piyade tüfeği
mermisiyle sırtından vurulmuş,
mermi sağ meme
üzerinden ve taraf
gömleği cebinde bulunan
cüzdan ve paraları
parçalayarak orada kalmıştı.
İç kanama sebebiyle
şehit.
21 Mayıs
1952 Er Hayrettin
Yanardağ 10456 Develi
1930 10. Bl.. Alından
ve nazal nahiyeden,
sağ kol ve
sadırdan aldığı havan
parça yaraları sonucu
şehit.
21 Mayıs
1952 Karışık Takım
Mehmet Coşkun 8206 .
Bulunduğu mevziin havan
mermisiyle tam isabet
alması sonucu şehit.
Arkadaşı Emrullah Irmak
yaralı olarak kurtulmuştu.
Y A R A
L I L A R
31 Mart
1952 cepheye intikalde
ilk gün verilen dört
yaralı.
2. Bl. Bekir
Taş 10639 havan
parçası ile yaralanma
12.Bl. Ahmet
Öztürk 8716 havan parçası ile yaralanma 12.Bl. Hilmi
Gönen 10712 havan parçası ile yaralanma
12.Bl. Ali Özdemir 10970 havan parçası ile yaralanma
12.Bl. Ali Özdemir 10970 havan parçası ile yaralanma
3 Nisan 1952 9.cu Bl.
Muzaffer Kayseri 1926
Antalya 6855 Mayın
ile muhtelif yerlerinden
yaralanma .
10 Nisan 1952 9. Cu
Bl. Yusuf oğlu
Şevket Başkan 6881
İzmit 1930 sis
mermisiyle yanık.
10 Nisan 1952 9.cu
Bl. Süleyman oğlu
Mehmet Musluk Ödemiş
1930 sis mermisiyle yanık.
9.cu Bl. Ahmet
oğlu Hasan Çetin
.
13 Nisan 1952 9.cu
Bl. Mehmet oğlu Mustafa Pınarcı
6894 Balıkesir 1930. Sağ
ayak bilekten itibaren
yaralanma sonucu yok. 9.cu Bl.
Mehmet oğlu M.Ali Yıldız
6435 Tunceli 1930
Mayın ile yaralanma
sonucu sağ ayak
yok.
5 NİSAN 1952 10. Bl.
Abdülhamit oğlu Hasan
Aysel 6934 İstanbul
1930 havan parça ile
muhtelif yerlerinden.
16 Nisan
1952 10.cu Bl. Hasan
oğlu Osman Yıldırım
Kütahya 1930 mayın
ile bacaktan.
16 NİSAN
1952 2.ci Bl. Abuzer
Doğru .Malatya 1930
.Muhtelif yerlerinden mayın
parça yarası.
20 NİSAN
1952 Kadri Özcan
9147 Sağ bacakta
mayın parça yarası.
23
NİSAN 1952 1. Bl.
Süleyman Orhon 6734
mayın ile yaralanma.
23 NİSAN
1952 1.Bl. den Mehmet
Ali Özçelik 8907
mayın ile yaralanma.
17
NİSAN 1952 12 ci
Bl. Feridun Akgömeç künye
numarası 11007 .
18
NİSAN 1952 sabahı
erken saatlerde 11.
Bl.ğün Kum Tepeye
yapmış olduğu taarruzda
11. Bl. den yaralananlar. Bunlar topçumuzun
kısa düşen sis
mermileri sonucu yanık
yarası almışlar
ve tedavilerini müteakip
birliklerine dönmüşlerdir. Bu
erlerin adları; Mustafa Soylu
künye No. 6985 ,
Sadettin Otuz Bir
6971 , Zeynel Evci
13323 , Kadir Ünal
6976 , Dursun
Vatan 8678 ,
Ali Özdemir 13249
, Hüseyin Kutlu
6546 . Sefer
Küsmen 8984 ,
Hüsamettin Demirel 9202
, Nurettin Sönmez 6986
, Abdülkadir Bayraktar
8340 , Rüstem
Uyar 11562 ,
SİRET UMUR 6445
, Ali Çetin
Özkul 7901 , Abdurrahman Acar
8426 ,Emin Bostan
l3367 , Faik Eser
6302 , Ali
Demir 13543 ,Veli
Şahin 13352 .
AYNI
GÜNÜN AKŞAMI YARALANANLAR.
11. Bl. den Dursun Turan 7007 Sağ el küçük ve yüzük parmağı yok ve sağ göz kornea yırtığı. 11.Bl. Niyazi Çılgın İnebolu 1930 bacaktan top parça yarası.
11. Bl. den Dursun Turan 7007 Sağ el küçük ve yüzük parmağı yok ve sağ göz kornea yırtığı. 11.Bl. Niyazi Çılgın İnebolu 1930 bacaktan top parça yarası.
27 NİSAN 1952
12. Bl. den Mahmut Karadağ
13220 mayın ile
sağ el bilekten
yok.
26 Nisan 1952
9.cu Bl. Dursun Akkaya
Kayseri 1930. Gold tabanca
ile ayak bilek
kısmından kazai yara.
30 Nisan 1952 9 BL. İzzet
Midilli 6867 Gümüşhane
1930 düşman piyade
mermisiyle kolundan.
30 Nisan
da 9. Cu Bl. den
Hasan Salih Özder
6882 Adapazarı 1928. Düşman piyade
mermisi ile koldan.
27 Nisan
12 Bl.den Mahmut
Kızıl 10319 mayın
ile her iki
bacaktan.
1 Mayıs
9 cu Bl. Celal oğlu
Ekrem Aytekin 10502
Samsun 1930 piyade
mermisiyle ayaktan. 6
Mayıs 9 cu Bl.den
İsmail Bozoğlu 6661
Aydın 1930 piyade
mermisiyle başından.
11 Mayıs
11.ci Bl.den Osman
Ceylan 7004 Konya
1930 sağ ayakta
derin havan parça
yarası.
11 Mayıs
11.ci Bl.den Mehmet
Eşit 10524 NİĞDE
1930 sağ bacakta
derin havan parça
yarası. 16 Mayıs
10. Cu Bl.den Abdüsselim
İyigören .sağ
ve sol omuzdan
havan parça yarası.
8 Mayıs
l952 8. İnci BL. Ast
Subay Necdet İzgi
12335 tabanca mermisiyle
kazai yara.
9 Mayıs
1952 2.Tb. Kh. Bl. Bekir
Özen 11239 sol
bacakta mayınla yaralanma.
10 MAYIS
1952'de yaralananlar
.
7. Bl.
den Sabri Topal
11543 mayın ile
yaralanma. Hasan
Özhan 11057 mayın
ile yaralanma Ali
Özsoy 11527 mayın
ile yaralanma, Necati Gündoğdu
9891 mayın ile
yaralanma
11 Mayıs
1952 6 Bl. den Mehmet
Cantekin 9977 makinalı
ile yaralanma
14 Mayıs
1952 7.Bl. den Ahmet
Şengüler 11569 makinalı
ile kazai yaralanma.
16
Mayıs 1952 3. Tb.Kh.Bl.den Azmi
Erman 13656 sol
göz havan parça
yarası.
18 Mayıs
1952 9.Bl.den Ekrem
Çelik 13309 Antep
1930 havan parça
yarası.
İki sedyeli cefakar
yaralı taşıma cipimiz.
Haziran 1952 Ordonat ve Sıhhiye
Bölüğü Assubayları bir arada
21Mayıs 1952
gece yarısı sonrası
düşman tarafından başlatılan
mevzii bir taarruz
hareketi 10.cu Bl.ğün
bulunduğu Kum Tepeye
yöneltilmişti. 10 bölüğün gözcüleri
bir ara boş bulundu-ğundan diğer
erat da tahkimatla
meşgul olduğundan düşmanın
bu ani hareketi bir
baskın tesiri yapmıştı.
Düşman irtibat hendeklerine
irtibat hendeklerine
ve mevzilere kadar
sessizce yaklaşmış , sonra
ani bir hareketle
siperlere atlamıştı. Burası
, üçüncü
takım bölgesiydi . Amansız
bir kavga başladı.
Üçüncü takım kendini
toparlayıncaya kadar üstünlük
düşmandaydı. Çok geçmeden
kendi lehine çevirmeyi
başardı. Mevzilere atlayan
düşman sayıca azdı.
Kısa zamanda duruma
hakim olan üçüncü
takım açtığı ateşle
daha fazla düşmanın
yaklaşmasını önledi . Bu arada
çatışma kızıştı, bütün
bölük cephesi düşman
tarafından topçu ve
havan ateşi altına
alındı. Topçumuzun ve havan takımımızın buna cevap
vermesi gecikmedi.
Üç dört
saat devam eden
karşılıklı ateş şafak
sökerken hızını kaybetti.
Bu süreç içinde bir şehit
onuncu bölükten Hayrettin
Yanardağ ve altı
yaralı verildi. Aynı
gün öğleden bir
şehit daha verdik.
Tugay karışık takımından
Mehmet Coşkun.
Üçüncü Tabur sıhhiye
takımına gelen ilk
yaralı, irtibat hendeği
içinde hat tamir
ederken düşman tarafından
yakalandığını, kolundan çekip
yaka paça sürüklenmek
istendiğini, bunun üzerine
elindeki pense ile
kafasına vura vura
kaçıp kurtulabildiğini bu
esnada yaralandığını anlattı. Öyle
anlaşılıyordu ki, düşmanın bu
hareketi esir almak
amaçlı olarak düzenlenmişti. Esir
verilmedi. Bültenlere göre
her iki taraf
siperleri arasındaki sahada
otuz kadar düşman
cesedi sayılmıştı.
YARALILAR 21 MAYIS 1952
10.Bl. den
Mustafa Şoven 10637
Hafik 1930 havan
parça yaraları.
Ali Demir 13246 Kemaliye 1930 muhtelif havan parça yaraları.
Ali Deveci 10641 Kayseri 1930 havan parça yarası. Rıfat Karagül 13357 Artvin 1930 havan parça yarası.
Ali Rıza Yılda 10664 Bingöl 1930 havan parça yarası.
Emrullah Irmak 10558 Sorgun 1930 havan parça yarası.
İbrahim İtilgen 10997 Aksaray 1930 İbrahim İtilgen sabahın erken saatlerinde yaralanmıştı. Daha orada iken helikopter istenmiş, sıhhiye takımının haberi yoktu. Helikopter gelmiş, yaralı henüz gelmemişti. Az sonra yaralı getirildi. Yarasına bakıldı, çok kötüydü. Düşman piyade mermisi vücudunun sağından girmiş karın boşluğunda seyrettikten sonra büyük bir çıkış deliği ve parçalama yaparak çıkmıştı. Tampon konuldu, plazma takılarak helikopterle sevk edildi.
Ali Demir 13246 Kemaliye 1930 muhtelif havan parça yaraları.
Ali Deveci 10641 Kayseri 1930 havan parça yarası. Rıfat Karagül 13357 Artvin 1930 havan parça yarası.
Ali Rıza Yılda 10664 Bingöl 1930 havan parça yarası.
Emrullah Irmak 10558 Sorgun 1930 havan parça yarası.
İbrahim İtilgen 10997 Aksaray 1930 İbrahim İtilgen sabahın erken saatlerinde yaralanmıştı. Daha orada iken helikopter istenmiş, sıhhiye takımının haberi yoktu. Helikopter gelmiş, yaralı henüz gelmemişti. Az sonra yaralı getirildi. Yarasına bakıldı, çok kötüydü. Düşman piyade mermisi vücudunun sağından girmiş karın boşluğunda seyrettikten sonra büyük bir çıkış deliği ve parçalama yaparak çıkmıştı. Tampon konuldu, plazma takılarak helikopterle sevk edildi.
Alay Komutanı Albay
NURİ PAMİR 5
Haziran 1952 günü
saat on iki
sıralarında Tugay Komutanı
ile birlikte cephede
tetkikte bulunurken Kum
Tepe civarında düşman
havan ateşi sonucu
başındaki miğfere isabet
eden havan parçası
sadmesi ile beyin
kanamasından şehit olmuştu.
Miğferin bir yanı
çökmüş vücudunun başka
yerlerinde belirgin bir darbe izi
görülmüyordu. Ben notlarıma şehidin
üzerinde küçük bir
Kuranıkerim ve aile
resimler çıktığı kaydını
düşmüşüm. Miğfer bir
müddet sıhhiye takımımda
kalmış, sonra Tugay
Karar Karargahına gönderilmişti.
Tugay Komutanı şehit
albayla sık sık
cephe hattını dolaşır. Hatta cephe
hattını boydan boya
kat ettikleri olurdu.
Paşa çevre kirliliğine
çok dikkat ederdi.
Geçiş yolu üzerinde
olduğumuzdan ara sıra
sıhhiye takımına da
uğrardı. Bu yüzden
çevre temizliğine oldukça gayret gösterirdik.
Kum Tepe, mevzilerimizle düşman
mevzileri arasındaki mesafenin en
dar olduğu yerdi.
Burası nişancıların savaş
alanı olmuş, iş maharete
kalmıştı. Her iki
taraf birbirlerine çok kayıp verdirdiler.
Birbirlerinin hatalarını hiç
affetmiyorlar, açık veren
kurşunu yiyordu. Öyle
sanılıyor ki , Albay
Nuri Pamir de
havancıların gözünden kaçmamış,
adeta doğru koordinatla
nokta ateşine maruz
kalmıştı. Tugay Komutanı
merasimden sonra şöyle
anlatıyordu. Rahmetlinin iri vücudu
vardı. Bu yüzden
irtibat hendeklerinden giderken
güçlük çekerdi. Onun
için açıktan gitmeyi
tercih ederdi. Paşanın
uyarısına uymamış, yok
paşam buradan da
gidebiliriz cevabını vermişti.
Açıktan gidiyordu.
Albay
Nuri Pamir , in tek
atışlı bir havan mermisinin
onlarca parçasından sadece
birinin miğferine isabeti
sonucu oluşan sadmeden
beyin kanaması geçirerek
şehit oluşu kaderin
ilginç ve acı
bir yanıdır. 9
cu Bölükten Er
İsmail Bozoğlunun ,, 6661,,
yaralanma biçimi de
kaderin yine başka
bir ilginç yanıdır.
Er İsmail Bozoğlu
sıhhiye takımına geldiğinde
yüzü gözü kan
içindeydi ama kurumuştu.
Fazla kan kaybetmemişti. Tam
alnından vurulmuş miğferinde
delik vardı.
Merminin çıkış yerinin
arkada kafa tasının
tam ortasında olduğunu
fark ettik. Burada
da çok az
kanama vardı ve
kurumuştu. Mermi çekirdeği
miğfere girerken hızı
kesildiğinden , ,, alnın
tam ortasına isabet
etmiş olan mermi
çok uzaktan gelmiş
olabilir miydi,, kemiği delememiş, soldan
deri altından seyrederek
adeta yarım dairelik
bir kavis çizerek
arkadan çıkmıştı. Miğferde
çıkış olmadığına göre
çekirdeği merak ettik. Ve
miğferin başa oturması
için yastık vazifesi
gören astarla boşluk
arasında elimiz koymuş gibi
bulduk.
31 Mart l952 tarihinde cepheye
intikalimizin hemen ilk
gününde sıhhiye takımının
sargı yeri ve
personel barınaklarının yapımı
ve mevcutların takviyesi
için çalışmalara başladık.
Kum torbası boldu. Yanımızdaki
dere yatağında ise
kum çoktu. Civarımızda
ne zaman terk
edildikleri belli olmayan
yer yer yıkılmış
yaşam sığınakları ve mevzilerde çok
miktarda dolu kum
torbaları vardı Ama
bize asıl lazım
olan çam tomruklarıydı. Bunlar
çok işe yarıyordu.
Hemen üç dört
yüz güneyimizdeki muhteşem
bir çam ormanına
daldık. On beş
yirmi metrelik çam ağaçları
vardı. Asıl dikkatimizi
çeken şey , yer
yer, terk edildikleri
pek zaman olmayan
mevzilerin ve etrafında
dağınık olarak cephane
sandıklarının, mermi kutularının
, makinalı tüfek
şeritlerinin ve konserve
kutularının oluşu idi.
Sıhhiye takımının konuşlanması
için seçtiğimiz şevin
hemen üstündeki sette
bulunan karlı saha
ise mayınlı böğe
idi ve karlar
eridikten sonra burada
iki Kuzey Koreli
askerin cesedi görülmüş
ilgili birimlere bildirilmişti
ki bunlar bubi
tuzaklıymış. Bunun gibi daha
bir çok yerde
işaretlenmiş mayınlı sahalar
vardı. Onun için
ormana girdiğimizde korkudan
ecel terleri döktük diyebilirim. Bize
gerekli olan çam
ağaçları kesilip devrildiklerinde parçalandıkları görülüyordu.
Üç dört hektarlık
bir alanda doğru
dürüst bir tomruk elde
edemedik ama yine
de işimize yaradılar
Ağaçların hemen hemen
yüzde yüzü şarapnel
parçaları ile zedelenmişlerdi. İkinci
dünya savaşı sırasında
gerek Pasifikte ve
gerekse Avrupadaki
savaşlarda düşman sahasının
karış karış topçu
ateşi ile dövüldüğünü
ajanslardan dinler hayretler
içinde kalırdık. Şimdi bunun
bariz bir örneğini
görüyorduk.
O zamanki
haberleşme sistemi kablolu
telefon ağırlıklı idi. Savaşın
kaderi ise iletişime bağlıydı. O yüzden
vadiler, yol boyları ,
geçitler inanılmayacak derecede
salkım salkım kilometrelerce telli
muhabere ağı ile
döşeliydi. Çoğunun da
devre dışı olduğu
söyleniyordu.
Maliyetinin ise vatanımızın
yıllık bütçesini geçtiğini
gazetelerde okumuştum. Yalnız
bu alandaki bu
kadar sarfiyata diğer
alanlardaki sarfiyat da eklendiğinde bu
korkunç savaşın onca
can kay- bından
başka nelere mal
olduğu anlaşılır gibi
değildi. Ama bu durum
dünya siyasetini yöneten
ve yönlendirenlerin umurunda bile
değildi. Geçmişde ve
şimdilerde de olduğu gibi.
Kore savaşında Kuzey
Koreliler ve dolayısı
ile onlara silah
ve asker yardımı
yapan Kızıl Çinliler
ve savaşın tetikçisi
olan Ruslar propaganda
savaşlarına çok önem
vermişlerdi. Uçaklardan atılan
milyonlarca atılan bildirilerin
yanı sıra yine
uçaklarla ve cephe
hattından yük- sek
güçlü hoparlörlerle yapılan
propaganda yayınlarına Amerikalılar
da cevap verdiler.
Her iki taraftan
atılan bazı örneklerin
fotokopileri sayfalarımıza konmuştur.
Panmumjon ateş
kes müzakereleri sürerken
bir taraftan propaganda
savaşı ile birlikte sıcak
savaş da devam
ediyordu. Amerikalılar 1950
nin son aylarındaki
duruma yani yarım
adanın ta.. ucuna
kadar atılmaları haline
tekrar düşmek istemiyorlardı. Onun için
Kuzey Kore kuvvetlerinin
sayıca önemli bir
ölçüde üstünlüğü karşısında
daha ağır başlı
davranıyorlar, savaşın bütün
kurallarını deniyorlardı. Taktik
savaşı yapıyorlar ve
38 ci paralel
birkaç defa el
değiştirmişti.
22
Nisan 1951 günü
yapılan düşman taarruzunu
başarılı bir şekilde
savunan sekizinci Ordu
Seul, u düşmana düşürmediği
gibi düşmanın çekilmeye
başlaması ile avantajlı
duruma düşmüş fakat
bundan yararlanamamıştı. Bu
defa 16 Mayıs
1951 düşman taarruzundan
sonra General A. Van
Fleet komutasındaki Amerikan
ordusu kayıplarının büyük
nispetlere ulaşması pahasına
38.ci paraleli tekrar
ve son olarak
aştı. O Günlerde çok
meşhur bir fıkrayı
buraya almak isterim.
Korenin defalarca el
değiştirmiş bir şehrinde ,
Amerikalı bir çavuş
eskiden tanıdığı bir
Koreliye rast gelmişti.
‘’Hello’’ seslendi. ‘’
sen hayatta mısın,
nasıl oldu da hayatta kalmayı
başardın’’ Koreli ‘’ gayet
basit ‘’ diye cevap
verdi. ’’Komünistler gelince
iyi ki döndünüz
diyorum, Amerikalılar gelince
de aynı sözü
tekrarlıyorum’’ Amerikalı haykırdı
’’Ne.. Bizlere ve
komünistlere aynı şeyi
söylüyorsun demek’’ Akıllı
Koreli cevap verdi.
’’Arada ufak bir
fark var. Komünistlere,
aynısını size de
söylediğimi hiçbir zaman
itiraf etmedim.’’
Arkadaşlık,
hele asker arkadaşlığı
çok önem taşır.
Mehmet nazarında hemşerilik
başka - dır. Hemşerisi
ona emmi oğlundan
yakındır. Özetleyecek olursak
Mehmetçik hemşeri tutkunudur.
Yakın bir yerlerde
hemşerisi varsa onu
görmeden yapamaz. Birbirlerini
ziyaret ederler. İşte bu yüzden
geri kademelerde görevli
bazı erler bu
fırsatı adeta yaratırlar. Ölürsem hemşerimle
birlikte ölürüm diyerek
cephedeki hemşerilerini ziyarette
bulunurlar. Gerçekten buna
benzer olaylar olmuştu.
Keşke not edip
tespit edebilseydim.
Kazai yaralanmaların çokluğu
da dikkati çekiyordu.
Bilindiği gibi o
dönem eğitimlerde tam
olarak silahlı ve
tatbiki bir eğitim
verilemiyordu. Silahı
tanıma, silah emniyeti
özetle silah terbiyesi
hakkında erlerimizin hiç
bilgileri yok gibiydi.
Kore, ye intikalimizin ilk
gecesinin sabahında büyük
yatakhane çadırının içinde
silahını yeni gelen
arkadaşına göstermek isteyen
bir erin aniden
patlayan silahından çıkan
mermi çadırın dışında
oturmakta olan guruba
isabet etmiş Necmi
isminde Antalyalı bir
ordonat astsubay hemen
oracıkta ne olduğunu
anlayamadan şehit düşmüştü.
Aradan daha yarım
saat geçmeden bir
başkasının, oldukça kalabalık
bir yerde makinalı
tabancası ateş almış
arkadaşının bir elinin
parmaklarını taramıştı.
Mevzilerde meydana gelen
tüfek ve tabanca
ile el ve
ayak parmak kaza,i
yaralanmaların temaruz olma
ihtimali düşünülmüşse de
idari yönden ne
yolda değerlendirildiği bilinememiştir.
Burada; kazaen meydana
gelen yaralanmalara dair
kendi başımdan geçen
bir olayı anlatmak
isterim. Güneş , henüz
batmış loş bir
ortamda sargı yerinin
biraz açığında dört
beş arkadaş sohbet
ediyorduk. Bunlar, geceleri
devriye gezen ve
selamlaştığımız bir mangalık
timden bir astsubay
ile bir kıta
çavuşu idi. Arkadaşları
da biraz ilerde
bekliyordu. Görevleri
muhtemel gerilla hareketlerini gözetlemekti. Güle
oynaya espri yapıp
konuşurken , piyade astsubay
arkadaşın elinde bir
bomba gördük. Cebinden
mi çıkardı yoksa
belinde mi asılıydı
daha ne olduğunu
anlayamadan yere düşmesiyle
patlaması bir oldu.
Ama bu pof
diye bir ses çıkaran
acayip bir patlama
idi. Bomba parçalarının
parkama çarptığını adeta
hissettim. Olayın şokunu geçirdikten
sonra kimseye bir
şey olmadığını fark
ettik. Bombanın patlayıcısının boşaltıldığı
anlaşılmıştı. Ancak,
Astsubay arkadaşın rengi
kül gibi oldu. Bize
bir şey söyleyemedi. Sebep olduğu
olay sanki şaka
gibiydi.
Şehit Albay Nuri
Pamir, e dair yukarıdaki
paragrafa birkaç satır
daha ilave etmek
gereğini duydum. Kore, den
döndükten sonra basın
haberlerinden Alay Komutanı
Albay Daniş Karabelen’ in de
aynı yerde havan
parçası ile başından
ağır yaralandığını öğrenmiştim.
Her iki Albayın
hemen hemen aynı
noktada ve aynı
karakterde , altı ay
ara ile havan
ateşine maruz kalmaları
rastlantı olmasa gerek.
İlginçtir, bu iki
olay, düşmanın işini
ne kadar ciddi
tuttuğu anlamını taşıyor.
Her halde olayı
da anında ajanslara
geçmişlerdir. Kumtepe diye anılan olay
yerinin, her iki
tarafın cephe hattının
birbirine en yakın
bir bölge olduğunu,
konuş- maların duyulduğunu
ve burada keskin
nişancılara büyük iş
düştüğünü önceki satırlarımda belirtmiştim. Albay
Nuri Pamir ile
Albay Daniş Karabelen
mevzilerin biraz gerisinde
gözetlemeye açık
bir noktada havan
ateşine maruz kalmış
olmalılar.
Önceki sayfalarda köy olsun kasaba olsun, dağ olsun bayır olsun, orman olsun çayır olsun savaşın tahribatından payını almayan bir karış yer bulunmadığını belirtmiştim. Savaş çok hızlı ve hareketli geçtiğinden terk edilen mevzilerde açılmış veya açılmamış dağınık cephane sandıkları ile kumanya kutuları vardı. Derin vadilerin derin sularında şeritleri üzerinde makinalı tüfek ve devrilmiş ve yanmış tank ve cip enkazı görmek mümkündü. Yarı dolu cephane sandıkları ve etrafa saçılan mühimmat ve ayrıca işaretlenmişlerin dışında tuzak mayınlar ve patlamamış havan mermileri tehlike arz ediyordu. Buna meydan vermemek için ilgili birimlere görev düşüyordu.. onları imha etmek!
BİR KAÇ EK ANIM :
Önceki sayfalarda köy olsun kasaba olsun, dağ olsun bayır olsun, orman olsun çayır olsun savaşın tahribatından payını almayan bir karış yer bulunmadığını belirtmiştim. Savaş çok hızlı ve hareketli geçtiğinden terk edilen mevzilerde açılmış veya açılmamış dağınık cephane sandıkları ile kumanya kutuları vardı. Derin vadilerin derin sularında şeritleri üzerinde makinalı tüfek ve devrilmiş ve yanmış tank ve cip enkazı görmek mümkündü. Yarı dolu cephane sandıkları ve etrafa saçılan mühimmat ve ayrıca işaretlenmişlerin dışında tuzak mayınlar ve patlamamış havan mermileri tehlike arz ediyordu. Buna meydan vermemek için ilgili birimlere görev düşüyordu.. onları imha etmek!
Bir
gün ilgili birimlerin bunları toplayıp imha etmek için harekete geçtiklerini yakınımızda
meydana gelen patlamalardan öğrendik. Hurda mühimmatı bir araya toplayıp
patlatarak yok ediyorlardı. Ertesi gün
bizim sıhhiye takımımız uyarıldı. Yollar kesilmiş olup üç yüz metre kadar bir
mesafede hurda mühimmat imha edilecekti. Ben de personelle birlikte sargı yerinde
iki kapı arasında kör noktada bulunan pansuman masasında bir yaralı ile
meşguldüm. Bu sırada korkunç bir patlama oldu. Daha ne olduğunu anlayamadan
içinde bulunduğumuz sargı yerinin ham tahtadan yapılmış ağır sağ kapısı korkunç
bir gümleme ile dört metre mesafedeki karşı duvara parçalar halinde yapıştı.
Kapı tarafında sıhhi malzemelerin bulunduğu dolaplar vardı. Onlar hasar gördü.
Ne tesadüftür ki o anda o tarafta kimse bulunmuyordu. Kapıya yirmi santimetre
kadar çapında bir kaya parçası isabet etmişti. Sık sık o tarafa gidip geliyorduk.
İnanılmaz bir rastlantı ile kurtulmuştuk, aksi de olabilirdi!
-----------------------------------------
Şubat
1952 sonlarıydı. Cepheye intikal etmek üzere üç dört gün için cephe gerisinde
konuşlanmıştık. Burada sakin bir yaşam tarzı vardı. Etrafı dik ve yüksek
yamaçlarla çevrili bir vadideydik. Arkadaşların birinde ZENİT marka portatif
radyo vardı ama çekmiyordu. Ona bir yamaçtan bir yamaca uzun ve yüksek bir
anten çektik. Kısa dalga ANKARA radyosunu elimizi kulaklarımıza kepçe yaparak
dinlemeye çalıştık. Ne heyecanlı anlardı Ya Rabbim.
----------------------------------------
Burası kuş uçuşu cephe hattından üç dört
kilometre kadar gerideydi. Yukarı sayfalardaki panoramik cephe fotoğrafını
buradaki gözetleme noktasından çekmiştim. Çekerken görevli tarafından uyarıldım.’’
-Çok oyalanmayın baş çavuşum’’ demişti. ‘’-Bunlar bir kişi için bile havan
mermisi atarlar.’’ Üçüncü taburun bu geçici konak yeri, aslında tehlikeli bir
yer olsa gerekti. Bilhassa geceleri üzerimizden topçu mermileri vızır vızır
ıslık çalarak geçiyordu. Ama patlamalar uzaklarda olduğu için biz duymuyorduk. Yalnız tecrübeli personel, ''Bizimkiler, Kuzey Koreliler’’
diyerek seslerinden ayırt edebiliyorlardı. Demek oluyor ki bulunduğumuz yer menzil
içindeydi. Ama ya tespit edilememişti, ya da stratejik bulunmuyordu, veya kör noktada idi.
Burada
konaklamamızın üçüncü günüydü. Tabur komutanlığınca bir uyarı yapıldı. -Bu gece
Kunuri savaşları sonrası yapılan bir çatışmanın yıl dönümü imiş. Kuzey
Koreliler böyle günlerde ekseriya tacizde bulunurlarmış. Onun için dikkatli
olunması gerekiyormuş. Biz dört sağlık astsubay arkadaş büyük bir çadırda
kalıyorduk. Takımın araç ve gereçleri de oradaydı. O akşam kıdemce ve yaşça
benden küçük olan arkadaşların içki içecekleri tuttu. İki şişe viskilerini de
almışlardı. Mani de olamadım, ancak şişelerden
birini ellerinden alarak saklayabildim. Gece bastırmış, her yer zifiri karanlık ve
ortalık sakin. Bir süre sonra arkadaşlar kafayı buldular. İçlerinden İzmir’li olanı
‘’-illa sen de içeceksin abi’’ diye tutturdu.
Olmaz dediysem de ikna edemedim. Aniden yerinden kalkıp silahını doldurarak
bana çevirdi. ‘’İçeceksin abi!’’ dedi ‘’beni kırma!’’ Hayır başka zaman, sen içmezsin ben
arkadaşlarla içerim dememle beraber silahının iki el patlaması bir oldu.
Mermilerden biri iki ayağımın arasından, diğeri sol ayağımın dışından toprağa
saplandı.
Korkmuş olmama rağmen arkadaşın şaşkınlığından istifade edip üzerine
atılarak silahı elinden aldım. Zaten sallanmakta olan kendini yere ittim. Bir
dakika dolmadan sahra telefonu çaldı. ''Sıhhiyeciler. Ne oluyor
orada?’’ diye soruyordu birisi. Konuşan nöbetçi subayı Hüsamettin üst teğmendi.
Kendimi tanıttım. ''-Bir şey var mı?’’
diye sordu. ‘’- Hayır yok’’ dedim. ‘’-Önemsiz bir olay, dikkatsizlik işte.’’ İşleme koymadılar. Öyle anlaşılıyor ki
şartlar ne olursa olsun böyle tatsız olayların olmaması mümkün değildi.
S
O N
(Aşağıda fotoğraf ve belgeleri görebilirsiniz.)
(Aşağıda fotoğraf ve belgeleri görebilirsiniz.)
10 Şubat 1952 SUWON. Bir
foto galeride çekilen resmim
Şimal Yıldızı
09.12.1952
CHORWON. Ben Vatan’a dönerken yerime atanan Ağabeyim Shh.
Asb. Kd. Bşçvş. Nurettin Ülsever
Tugayın maskotu Türkan Kız ve Cerrahi Teknisyen Ali Aslan
16
Haziran 1952 Balıkesir’li Sadullah Karaca ve Arkadaşları – Kumtepe.
Nisan
1952. Sisli bir sabahın erken saatlerinde hatlarımıza iltica eden bir Çin’li
Subay.
Askeri Dolar (Kırmızı Dolar-İşgal Doları) ve
Kore Parası
O zamanlar
aldığım notlardan biri. 18 Nisan 1952
*Kore’den Mektup Var.* Ben döndükten sonra Kore’ye giden ağabeyim Nurettin Ülsever’den gelen mektup..
*Kore’den Mektup Var.* Ben döndükten sonra Kore’ye giden ağabeyim Nurettin Ülsever’den gelen mektup..
ANILAR EK
Kore savaşının ellinci ve altmışıncı yıl dönümleri yapılan törenlerle saygı ile anılmış ve her sene de tekrarlanarak anılar tazelenmektedir. İki binli yılların başında bende anılarımı yazmıştım ve o tarihlerde Harbiye Askeri Müzede Kore Türk Tugayı Komutanı Tahsin Yazıcı’nın oğlu emekli albay Alp Yazıcının açmış olduğu Kore savaşı belgeleri sergisinde bir kopyasını kendilerine takdim etmiştim. Çok memnun kalmışlar, teşekkür etmek için ayrıca evime gelmişlerdi. Bir müddet sonra vefat ettiklerini duydum. Ben anılarımı 2011 de internette neşrettim.
O yıllar görsel ve yazılı medyada
çok yayım yapılıyordu. Bireysel yayımlar genelde iyi ve düzenli idi. Gazete ve
dergi röportajları ise abartılı olup yanlış bildirimler vardı. Mehmetçiğin Kore
savaşını Çanakkale savaşları gibi evliya
ve erenler savaşına kadar götürmüşler ve bu durumu Kıbrıs savaşına bile bulaştırmışlardı.
Kore’de ilk üç ayım başkent Seul’un
biraz güneyindeki şimdilerde bir spor merkezi şehri olan Suwon kentinde geçti.
Tugayın seyyar hastanesi de bu kentteydi. Tedavi gören hasta ve yaralılar
nekahat dönemini burada geçirip birliklerine gönderiliyordu. İyileşenleri ise
zaten burada tutamıyordunuz, bir an evvel cepheye arkadaşlarının yanına dönmek
istiyorlardı. Arkadaş ve hemşeri düşkünü idiler. Karışık Depo bölüğünün
konuşlandığı yer Japon işgali sırasında yapılmış son derece gelişmiş bir ziraat
okulu idi güzel binaları ve eklentileri vardı. Revirimiz otuz yataklı olup
doktorumuz tabip Yzb. Mehmet Tosundu.
Çavuş Hıdır Bahana ile burada
tanıştım. Osman isminde ufak tefek bir de arkadaşı vardı. Birbirinden hiç
ayrılmıyorlardı. Onların samimi durumu dikkatimi çekti. Hemşeri misiniz diye
sordum. Hayır, dedi. Aynı mangadanmışlar, aynı olayda yaralanmışlar.
Anlattıklarına göre olay şöyle gelişmiş. Karşımızdaki bir mağaraya siperlenen
Çinli bir makineli tüfek timi bizi olduğumuz yere çivilemişti sanki, başımızı
kaldıramıyorduk. Takım komutanı, Çavuş Hıdır Bahana, ya seslenir. “ yanına
birkaç adam al, şu hınzırların arkalarından dolaşın. Üstlerindeki yükseltiye
çıkıp mağaranın içine iki bomba sallayın. Roketimiz olsaydı işimiz kolaydı. Biz
sizi kollayacağız. İcap ederse aşağıya sarkın, haydi Allah kolaylık versin,
der. İnisiyatif artık Çavuş Hıdır ve arkadaşlarındadır. Az sonra takımının
koruması altın-da hedefe ulaşırlar. Ancak düşmanın makinalı tüfek yuvası
görünür noktada değildir. Bombanın elle kavisli bir şekilde içeri atılması
mümkün değildir. Hıdır çavuş arkadaşları arasından Osman’a seslenir. Osman
dediği ufak yapılı, 60-65 kiloluk çevik mi çevik, pire gibi biri. Osman’ın
gözleri parlar. Hemen tırmanma kordonlarını ayarlar. İki bombayı da teçhizatına
iliştirerek arkadaşlarının kontrolünde aşağıya doğru inmeye başlar. Diğer takım
arkadaşları da taciz ateşi açarak Hıdır çavuşu ve timini koru-ma altına
almışlardır. İstenilen görüş noktasına gelince bombaların pimini çekerek teker
teker aşağıya fırlatır. Makinalı tüfek susmuş karşı yönde onlara destek veren
arkadaşları sevinç naraları atıyorlardı. Bu satırlar Çavuş Hıdır Bahana’nın
bana anlattıkları. Ben de ona istiklal harbinde birinci İnönü savaşında askeri
okulda iken l938 de sınıf subayımız Bnb. Muzaffer bey ‘in öğrenicilerine
anlattığı bir olayı anlattım.
Muharebe olanca hızıyla devam
ediyordu. Takviye almış hücum edecektik. Fakat düşman öncü birlikleri birkaç
önemli noktayı tutmuş hafif makinalı tüfekleriyle bize meydan okuyorlar,
başımızı kaldıramıyorduk. Aşağıda vadide binlerce düşman piyadesi, açık araziye yayılmış bizim cephe hattımıza
doğru ilerliyorlardı. Sağ tarafımdaki siperlerden fırlayan bir askerimiz elinde
bir piyade küreği ile bayır aşağı düşe kalka koşmaya başladı. Düşman şaşkına
dönmüş ateşi kesmişti. İki yüz metre kadar koşup düşman siperine atladı. İki
yunan askerinin başına birer kürek darbesi indirip makinalının kabzasından
kavradığı gibi siperlerimize döndü ve yere fırlattı, rahatlamıştık. Bir de baktım
vadideki düş-man askerleri sırta tırmanmaya başlamışlar, hemen ateş emri
verdim. Hattımızdan cayır cayır silah sesleri yükseldi. Fakat düşman
askerlerinden düşen yoktu. Nişangâhıma baktım, dört yüz gösteriyordu. Nişangâh
bin üç yüz metre diye komut verdim. Emir cephe boyu yayıldı. Hatlarımızdan
yayılan ikinci cayırtı sonrası bayırı tırmanmakta olan düşman askerleri çil
yavrusu gibi dağılıverdi.
Bu iki olayın üzerinde şunun için
duruyorum. İstanbul’un fethinde olsun, Çanakkale savaşların da olsun; Kore
savaşında olsun Kıbrıs savaşında olsun gerçek zaferi evliyalar değil Mehmetçik
kazamıştır. Gerçek evliyalar da kendi alanlarında bilge insanlardır. Son on
beş senedir tur operatörlerinin yanlış bilgilendirilmesi sonucu oluşan bu durum
Çanakkale valiliğince fark edilmiş ve gerekli merciler uyarılmıştır.
Ben bir daha çavuş Hıdır Bahana ve
Osman’ı görmedim. Suwon depo bölüğündeki
tedavilerin-den sonra birliklerine gönderilmişlerdi. Ancak ben 3. Tb. Sıhhiye
takımına atandıktan sonra Hıdır çavuşun 11.Blk.de olduğunu tesadüfen
öğrenmiştim. Manga arkadaşı Siret Umur, mevzii küçük bir baskın yapılacağı
bilindiğinden on bir kişilik manga arkadaşlarının listesini isteğim üzerine
bana vermişti. Bu Listeyi madalyalı ve sarı fon kâğıtlı fotoğrafta
göreceksiniz. 18 Nisan 1952 de sabahın
erken saatlerin-de 1052 rakımlı bölgenin Kumkale mevkiinde başlayan çatışmadan
az sonra yaralılar sargı mahalline ulaştı. Yirmi bir yaralı iki şehidimiz
vardı.
Depo bölüğünde bir de hapishane
vardı. Bu yapı topluluğunun bir ziraat okulu olduğunu üst sayfalarda
belirtmiştim. Hapishane olarak kullanılan yer hangar gibi geniş, 4-5 metre
yükseklikte, küçük pencereleri ve geniş kapıları ile izbe bir yerdi. Bazı
günler sabah vizitelerine birkaç hasta inzibat nezaretinde gelirdi. Hapisler
hapishanede sık sık olay çıkarırlardı. Çoğu firardan hükümlüydü. Elli kişi
kadar olduğu söyleniyordu. Sık sık olay çıkarıp bazı haklar istiyorlar, içeri
kimse sokmuyorlardı. Bir gün akşam saatlerine doğru revire bir inzibat eri
gelerek hapishanede ateşli bir hasta var diye haber getirdi. İlk yardım
çantasını alarak bir yardımcı ile birlikte hapishaneye gittim. Nöbetçi asker
asma kilidi açarak şakır şukur zincirleri çekti. İçerdeki uğultu birden bire
kesildi. Çıt çıkmıyordu. Loş ışıkta bir köşede dört beş kişilik ayakta duran
bir grubu ve bir de ranzada oturan birilerini gördüm. Oraya yaklaştım.
Merhaba arkadaşlar, geçmiş olsun; buranın reisi kim? dedim. Herkes oturan şahsa
baktı. Ona dönerek, bir hastanız varmış; diyerek konuya girdim. Böylece tanışma
faslını olaysız atlattık. Hasta ile meşgul olduktan sonra tekrar yanına
uğradığımda birkaç kişi daha gelmişti. Tanıştığım kişi adım Zerdüşt Fırat
diyerek kendini tanıttı. Ondan sonra da arkadaşlarının araya girmesiyle birkaç
dakikada Zerdüşt Fırat’ın kim olduğunu öğrendim. İyi İngilizce biliyormuş, bir
müddet Amerika'da okumuş, Alcopon ile tanışmış onunla çalışmış. Ağır başlı sakin
bir görünüşü vardı. Muhakkak arkadaşları tarafından seviliyordu. Gençlik ve macera
aşkı onu dışarılara itelemişti.
Ben 3.Tb. sıhhiye takımına
atandığımdan Zerdüşt Fırat’ı bir daha göremedim. Ta ki Temmuz 1952 de vatana
dönmek üzere Pusan limanında gemiye binene kadar. Onu inzibat nezaretinde gemiye
bindiriyorlardı. Çok yakındım, fotoğrafını çektim. Yapma abi dedi. Ben de özür
dileyerek, belge olur dedim. Anılarımı yazarken ismini hatırladım. Ancak
fotoğrafına ulaşamadım. Allah selamet versin, internette bilgiye ulaştım.
Siirt’in saygın vatandaşlarından Liceli Fehmi Fırat’ın oğlu imiş. Bu zat aynı
zamanda belediye başkanlığı ve şeyh Sait’in sekreterliğini yapmış yabancı lisan
bilir bir kişiliğe sahipmiş. Zerdüşt Fırat’ın suçunu tam olarak öğrenememiştim.
Meğerse Tokyo’da bir banka soygununa adı karışmış. Vatana tutuklu olarak
dönüyordu.
SHH. BÖLÜĞÜNDEKİ
ARKADAŞLARLA BİR HATIRA FOTOĞRAFI
MAYIS 1952
Bir üst sayfada
görmüş olduğunuz fotoğraf ancak beş altı kişinin otura bileceği bir barınaktı.
Ya soğuktan ya da bombardıman korunmak için
yapıldığı anlaşılıyordu. Ben arkadaşımla birlikte üş beş dakika
kalabildim. Ama gereğinde çok lüzumlu bir mekan olduğu bir gerçek.
Bu sayfadaki fotoğraf
Sıhhiye takımı arkadaşlardan bir gurup. Oturanlar şoför Rıza Gür, cerrahi
teknisyen astsubay Nevzat , ben ve er Sadık.
Çipuri bölgesinde cepheye yakın bir yerde hava
alanı. Ve muazzam bir uçak görülüyor. B29 uçankale. Japonya’ya atom bombası
atarak savaşa son verdiren uçaklardan. Bununla on günlük Tokyo izini ne
gidecektik, gittik de.
Ondokuz Mayıs gösterilerini
seyreden SIHHIYE BÖLÜĞÜ arkadaşlarından bir gurup.
Yukarıda görülen hanımlar on
dokuz mayıs törenine davetli Amerikalı personelden bir kısmı.
SIHHİYE TAKIMININ
ÖNÜNDE BİR SOHBET ANI
PASİFİK DENİZ SAVAŞLARINDA AMERİKAN DONANMASINA KÖK SÖKTÜREN JAPON
DONAN- MASININ ÜNLÜ İNTİHAR DENİZALTILARI. YOKOSUKO DENİZ MÜZESİNDE
SERGİLENİYOR.
ORDONAT ASTSUBAY NEJDET ERBESLER
ARKADAŞIMIZ FIRSAT BULDUKCA CEPHEDE BİZİ ZİYARET EDERDİ.
B29 UÇANKALE deyiz.
Yolcu uçakları gibi koltuk falan yok. Pencere kenarındaki ranzalara iliştik. Yüzelli
kişi varız, Tokyo’ya tatile gidiyoruz. Uçağa transfer heyecanı bitti. Az sonra
motorlar çalıştı. Uçamayacağız sandım
ama koca demir yığını havalandı vallahi. Bir müddet yükseldikten sonra uçak
sarsılmaya başladı. Fırtına olduğunu, kemerleri takmamızı söylediler. Endişeye
gerek olmadığını, rüzgarın arkadan estiğini, zamanından evvel TOKYODA
olacağımızı belirtti-ler. Yolda bir el ilanı dağıttılar. Amerikan Donanma
Orkestrasının Tokyo konser sarayında Glenn
Miller’in eserlerinde oluşan bir caz konseri verileceği duyuruluyordu.
Glenn Miller’in ünlü eseri İn the Mood
ile birlikte muazzam konseri bizim guruptan tek başıma seyretmek fırsatını
kaçırmadım.
SIHHİYE TAKIMINA ÇOK YAKIN
BÖLGEYE İLTİCA EDEN ÇİNLİ ASKER PERSONELİMİZLE