30 Nisan 2012 Pazartesi

Kore Anılarım



      KORE SAVAŞINDAN BİR KESİT

                           YAZAN:

            S h h. K d. A s t  S u b a y

                   Hayrettin  Ülsever







                      Kore Madalyam




                                                         X X X X X X X X












Yukarıda görülen fotoğraf 3.tabur Çipurı bölgesinde dinlencedeyken Şubat 1952’de kamp yerinde büyük yatakhane çadırının bir köşesinde bulunmuş ve bir er tarafından bana verilmişti. Ben de Souwan’daki depo bölüğünden o günlerde 3.Tb. Sıhhiye takımına atanmıştım. Fotoğraf bizim guruba ait değildi. Bizden evvel  konaklayan guruplardan birine ait olabilirdi. Erlerin giyimine bakıldığında daha henüz  Amerikan  ordusu  formasını  kuşanmadıkları görülüyordu. Kore’de bulunduğum zaman içinde de bir ipucu bulamadım.

             Anılarımı yazarken resmin arkasındaki sokak,  semt,  ve mahalle  isimleri den yola çıkarak  bilgisayar  ortamında  bazı yaklaşım-lar buldum. Bilindiği gibi ,  memleketimizde   yer, bölge,  mahalle  ve  ünlü  kişilere  ait  isim ve  lakaplar  birbirlerine  çok  benzerler.  Bununla beraber arkasında birçok imza bulunan  fotoğrafta  ismi  geçen   er Muzaffer  Çimeken  ailesinin  Bursa  merkezde  olabileceği  kanısına vardım.  Er Muzaffer Çimeken’in ailesine  gönderdiği  adressiz  zarfsız   foto mektup  bilgisayar  ortamında  seneler  sonra  inşallah  yerini  bulur..







                              B İ Rİ N C İ    K I S I M



           Ö N S Ö Z   V E   24 – 25  ARALIK  1951    muharebesİ
                                       

 24 – 25 Aralık 1951 tarihine rastlayan bu çatışmanın Seul’ün kuzeyindeki Chorwon bölgesinde geçtiği anlaşılıyor. Benim içinde bulunduğum birinci değiştirme birliğinin ikinci  kafilesi  1951 Kasım ayının 23-25 inde Seul’un liman kenti Inchon’a  tahliye edildi. Oradan Tugayın bulunduğu Chorwon bölgesine nakledildik. Burada 4–5 günlük bekleyişten sonra kafile ile gelen personel mensup oldukları birliklere dağıtıldı. Benim görev yerim Seul’un güneyinde Suwon kentinde konuşlanan Depo Bölüğüydü.   Burası Japon işgali sırasında yapılmış bir ziraat okulu olup güzel binaları ve müştemilatları vardı. Binalardan biri yataklı revir ve dinlenme yeri olarak düzenlenmiş,  doktorumuz ve sağlık personelimiz vardı. Tugay hastanesi de bu kentteydi. Tugay ve Amerikan hastanelerinde tedavi gören yaralı ve hastalardan istirahatlı olanlar burada kalıyorlar, sonra birliklerine katılıyorlardı. Chorwon bölgesinde olan çatışmayı aralanıp tedavi sonrası buraya gelen erlerden dinlemiştim. Asıl bilgiyi yedekte olan üçüncü tabur Sıhhiye Takımına atandıktan sonra dosyalardaki bülten, yazı ve tamimlerden öğrenmiştim. 

             Haber niteliğinde olan bülten ve tamimleri kendim muhafaza altına aldım. Hemen hemen altmış senedir muhafaza ettiğim yazı ve tamimlerin bir kısmı olumsuz koşullardan harap olmuştu. Hele hele teksir makinesiyle çoğaltılan bültenlerin mürekkebi uçmuş, okunmaz hale gelmişti. 24 – 25 Aralık 1951 gecesi cereyan eden çatışmayı karine ile okuyarak ancak bu kadarını derleyebildim.

               Şehit,  yaralılar ve anılarımı belirttiğim ikinci kısım ise üçüncü taburun tekrar cepheye intikal ettiği tarih olan 31 Mart 1952 ile 10 Temmuz 1952 sürecini kapsamaktadır. Tabur Komutanı Bnb. Yekta Kozan, Shh. Tk. K. Tbb. Yzb. İbrahim   Çolak Bayraktar’dı.

            2012   İ S T A N B U L

                                                                                          Müstafi  Shh. Asb
                                                                  Kd.Bçvş.
                                                            Hayrettin Ülsever






                              Çipuri Tugay Nizamiye Kapısı
















        Tüm dünyada insan faktörünün bulunduğu her alanda çılgın  diyebileceğimiz   gözü  pek   atak  kimseler  vardır.  Faaliyet gösterdikleri alanda durağanlıktan sıkılan, yeknesaklıktan usanan bazı kişiler durdukları yerde aniden bir atılım yaparlar, ya başarılı olurlar, ya olmazlar. Savaşlarda da muharebe hatlarında buna benzer olayların olması kaçınılmaz bir gerçektir. Tümence, taburca, takımca harekat yapılabildiği gibi bazen manga niteliğinde bir güçle de bir operasyon öngörülebilmektedir. Ortama alıştıktan sonra bireysel ataklar daha da ağırlık kazanmaktadır.                                                
         24 Aralık günü Tugay Karargahında üzüntülü ve sabırsız bir bekleyiş vardı.  Uzun zamandan beri Kolordu cephesinde hiçbir esir alınamamıştı.  Sanki bir grup çocuklar arasında esir almaca oynanıyordu. Her türlü çareye baş vurularak muhakkak esir alınıp düşman hakkında bilgi alınması gerekiyordu. Türk Tugayının başarılarına güvenilerek bu hususun gereği için durağanlıktan sıkılan şimşek armalı 25. Tümen Komutanlığınca Tugay Komutanlığına görev verilmişti.  Tugay Komutanlığı da gerekli hazırlıkları yaparak harekete geçmişti.

         Fakat o günlerde çıkarılan keşif kolları düşmanla hiç karşılaşmıyor, kurulan pusulara da düşman girmiyordu.  O sabah Yıldız Tepeye yapılan taarruz sonucunda tepe alınmış, fakat üstünde düşman bulunamamıştı. İstenildiği zaman esir alınıp düşman hakkında gerekli bilgiyi edinmeye ilişkin bir harp kuralı olmamakla beraber 25. Tümen Komutanlığınca bu husus Türk Tugayından isteniyordu. Bir gün sonrası ertesi gece düşmanla temasa geçildi. Bültendeki verilere göre düşman o gece 300 civarında ölü bırakmış dört esir alınmıştı. Bu çatışmada üç askerimiz şehit olmuş, iki de yaralımız vardı.
             Çatışmadan bir gün evvel 23 Aralık günü ortalık çok sakin görünüyordu. Sabah, oldukça soğuk bir günle başlamıştı. Asıl muharebe hattındaki yaşam sığınaklarında 7.ci Bölük komutanlığı mahallinde bir hareketlenme vardı. Bölük Komutanı ve diğer subaylar arasında Üsteğmen Başçeri de bulunuyordu. Başçeri 7.ci bölük 2.ci Takım Komutanlığına atanmış olup takımının komutasını almak üzere bölüğe gelmişti. İltihak etmek üzere muharebe ileri karakolu görevini üstlenen takımına geldiği zaman akşam olmuş gece bastırmıştı. İlk işi ileri karakolun üzerinde bulunduğu tepenin etrafında bir çember teşkil eden mevzileri gezmek oldu. Sonra tepenin en yüksek yerine çıkıp düşman tarafını seyretti. Aralık ayının ayazında gökyüzünde yükselen yarım ay nedeniyle olağan üstü bir parlaklık ve netlik vardı. Dağlar, vadiler gözle seçilebiliyor, yüksek dağların zirvelerindeki karlar ay ışığında parlıyordu. Burası asıl muharebe hattından sekiz yüz metre kadar ilerde sivri bir tepeydi. Kuzey doğuda 472 rakımlı tepe, daha kuzeyde de düşmanın tuttuğu tepeler vardı.

                          (1)
                     (2)
3.Tabur Sıhhiye takımı, az ileride havan takımı, uzakta görülen yol çatısı, sağ tarafı düşman hatlarına gider.



Bu foto aşağıdaki fotodan 1 hafta sonra çekilmiştir. Cepheye intikal edilmiş 3. Tabur Shh. Tk. ve Havan Takımı bu vadidedir. (1 ve 2 numaralı resimler) Sağdaki sırtın hattı cephe hattıdır.
 
20 Mart 1952 Bu fotoğraf 3. Tabur yedekte iken cepheye intikal etmek üzere cephe gerisine geldiğinin ertesi günü, sol alt köşedeki gözetleme mevkiinden çekilmiştir. (Stalin Tepe, 1052 metre.) Tugay cephesinin umumi görünüşü ve Amerikan uçakları ile bombalandığı andır. Ucu bucağı görünmeyen bu topraklarda savaşın tahribatından nasibini almayan bir karış yer yoktur.
Asıl  muharebe hattı ile düşman arasında bir boyun ve düzlük vardı. Burada Güney Korelilerle Türk birliği arasındaki irtibat noktasını Kuzey Koreliler sık sık yoklamakta idi. Muharebe ileri karakolu her an sarılabilir, düşmanın ateş ve ölüm çemberi içinde eriyip yok olabilirdi. Etrafı iyice gözden geçirip düşüncelerini yokladıktan sonra askerlerini etrafına topladı. Henüz isimlerini bilmediği askerlerinin karanlıkta yüzlerini dahi doğru dürüst göremiyordu. Ama onlara olan güveni tamdı. Üsteğmen Başçerinin komutasındaki kırk askerin kimler olduğunu bilmeye öğrenmeye vakti yoktu. Onlara seslendi, tahkimatımız zayıf, sayımız az. Bize, bu tepeyi tutacaksınız diyorlar.
Size güveniyorum, haydi işbaşına, bu tepe kale gibi oluncaya kadar, durmak, dinlenmek, uyumak yok. Bu gece yapabildiklerimiz bizim sigortamız olacak.
           Üsteğmen Başçeri,nin bu sade sözleri Mehmetçikleri kamçılamaya yetti. Birkaç dakika içinde kazma kürek sesleri gecenin sessizliğini doldurdu. Soğuk ve yarı donmuş toprak çalışmaları yavaşlatıyordu. Bütün zorluklara rağmen sürünme ve boy hendekleri boydan boya gözden geçirilerek güçlendirildi. Tel örgülerdeki gedikler kapatıldı.  Makinalıtüfek yuvaları ve diğer mevziler toprak çuvalları ile takviye edildi. Nişan basamaklarını yerleri yeniden düzenlendi. Üsteğmen Başçeri bu süreç içerisinde askerleri ile beraber kıyasıya çalıştı. Sabahın alaca karanlığında tüm hazırlıklar tamamlandı ve erat dinlenmeye çekildi. Ortalık aydınlandığında Başçeri ayakta idi. Elinde dürbünü asıl muharebe hattımızın sol kanadında Güney Kore birlikleriyle olan irtibat noktasını ve iki cephe arasında kalan askersiz bölgenin arazi durumunu gözden geçiriyordu. Muhtemel bir saldırının evvela bu noktaya yöneltileceğini,  sonradan muharebe ileri karakolumuza yönlendirileceğini tahmin ediyordu.
         Saat 13:00’ e kadar olaysız geçti. 13:30 da tepenin güney doğusundan muharebe ileri karakolumuza hava ateşi açıldı. A-4 komutanı Samsunlu Kemal Engin muharebe ileri karakolunda bulunan iki A-4 ün daha evvel havan ateşi ile parçalanmış olduğunu hatırlayarak kendi silahını bir tilki oyuğuna saklamak için bulunduğu yerden fırlayarak mevziine doğru koşmaya başladı. İrtibat hendeğini kullanıyor, düşmemek için elleriyle mevziin kenarlarına tutunarak ilerliyordu. Tam mevziine varmak üzereyken hendeğin bir metre kadar dışında bir havan mermisi patladı. Havaya uçuşan toz toprak yatışınca kendini yarı beline kadar toprağa gömülmüş bir halde buldu. Sol elinin üstünden yaralanmış eline küçük bir parça saplanmış gözle görülür bir şekilde duruyordu. Onu dişleriyle söküp yere tükürdü. Debelenerek kendini topraktan kurtardı. A-4 ünü kucaklayarak geri dönmek üzere harekete geçti. Ateş kesilmiş, yaşam sığınaklarından çıkan erat tepenin gerisinde guruplar halinde toplanmıştı.  Arkadaşları Kemal’i dehşet ve hayret dolu bakışlarla karşıladı. Kemal sanki un çuvalından çıkmış gibi kirpiklerine kadar tozlanmış bir halde silahı ile birlikte koşarak kendilerine doğru geliyordu. Üsteğmen yaralı eline bakarak, sen artık gazi oldun, diyerek ona takıldı. Kemal’in yarasına sağlık personeli tarafından pansuman yapıldı ve tetanos aşısı tatbik edildi. Üsteğmen onu sıhhiye takımına göndermek istediyse de Kemal gitmek istemedi.
         Hava henüz kararmıştı ki, muharebe ileri karakoluna yakın tepelerden yine havan ateşi açıldı. Uzaklardan açılan topçu ateşi de buna eklenince ortalık cehenneme döndü. Yalnız muharebe ileri karakoluna elliden fazla mermi düştü. Allahtan mevzilere ve yaşam sığınaklarına tam isabet olmadı. Üstelik asıl muharebe hattındaki 7.ci bölük de ateş altındaydı. Hava karardığı için muharebe ileri karakolundaki erat tepenin gerisine çekilmeyip mevzilerde kalmamıştı. Başlarının üzerinden onlarca top mermisi hışırdayarak, ıslık çalarak geçiyor az sonra korkunç patlamalarıyla gecenin sessizliğini bozuyorlardı…
         Bu dehşet saatleri içinde 6.cı mangadan Bergüzar onbaşı 472 rakımlı tepe istikametinde bir ışık gördü. Şükrü Üstün çavuş bu durumu derhal Üsteğmenine, O da Bölük Komutanlığına bildirdi. Bunun düşman tarafından yapılan bir hata mı, yoksa kendi aralarında bir parola mı olduğunu anlamak o şartlar altında güçtü. En kötü ihtimal düşünülerek bütün tedbirler alındı, hazırlıklar tamamlandı.
            Durum Tugay Komutanlığı Harekat Şubesinde kurmaylar tarafından harita üzerinde kontrol altına alınarak dakika geçmeden takip ediliyordu. Saat 19:30 sıralarında düşman topçu ve havan ateşi anide kesildi. Muharebe ileri karakolu çevresinde gergin ve sessiz bir bekleyiş meydana geldi. Nefesler tutulmuş, çıt çıkmıyordu. Bazı erler kendilerini zorlayarak öksürmemeye, aksırmamaya çalışıyorlardı. İleri karakolun bütün personeli dikkatlerini gözetlemeye vermişlerdi. Gece ilerlemiş ay yükselmişti. Çıkan ayazla birlikte loş bir aydınlık ortalığı kaplamıştı. Keskin bakışlı gözler bulundukları yerden itibaren uzakları tarıyor en küçük bir hareketi gözden kaçırmamaya çalışıyordu.
            Düşmanın hareket halinde olduğunu ilk gören Belgüzar Demir oldu. 472 rakımlı tepenin güney batısındaki boyun noktasında hareket halindeki birtakım şekillerin kümeleşmekte olduğunu fark etti. Buna iyice emin olduktan sonra arkadaşlarına seslendi, durumu bildirdi. Belgüzar onbaşının tarifi üzerine bütün gözler dikkatlerini o yana kaydırdı. Hareket halinde olan objeleri saymaya başladılar. Yirmi, otuz, kırk kişi varlar diye fikir yürütüyorlardı. Şükrü çavuş hemen telefon başında nöbet tutan arkadaşına koştu, durumu Takım Komutanına bildirdi. Ve gördüklerini bütün detaylarıyla anlattı.
            Üsteğmen Başçeri bu dakikadan itibaren duruma hakim olmak için üstün bir gayret sarf etti. Yapmak istediklerini, düşüncelerini ve düşüncelerinin sonuçlarını erlerine anlattı. Ateş emri verilmedikçe kesinlikle ateş edilmemesini sıkı sıkıya tembih etti.  Muharebe ileri karakolu görevini üstlenen takımına iltihak ettiğinde gün bitmiş alaca karanlık henüz basmıştı. Hazırlık ve sağlamlaştırma çalışmaları hemen hemen bütün gece sürdüğünden gecenin nasıl geçtiğini anlayamamıştı. Bu gece ilk gecesi sayılırdı. Daha mıntıkayı bile iyice tanımadan karşılaştığı bu olay karşısında hiç yılgınlık göstermedi. Harita ve erlerden edindiği bilgiler doğrultusunda, kendi görüş ve düşüncelerini de katarak gerekli önlemleri aldı. Muharebe ileri karakolu mevzilerini teker teker gezerek erlerine moral ve emirler verdi. Hazırlık bu şekilde devam ederken Tugay Komutanlığının emriyle de Bölük İhtiyat Takımı, Muharebe İleri Karakolunun gerisine mevzilendirilmişti. Dakikalar ilerledikçe karşı tarafta da olağan üstü gelişmelerin yaşandığı Muharebe İleri Karakolunun gözcülerinin dikkatinden kaçmıyordu. Bu arada cepheden yaklaşmakta olan karşı harekattan başka Üsteğmen Başçeri’nin muharebe İleri Karakolunu her iki yandan sarmak istedikleri anlaşıldı.  Başçeri, emirsiz ateş açılmaması hususundaki emri hatırlattı ve tekrarladı. Aynı zamanda durumu Bölük Komutanlığına rapor etti.


                                             24-25 Aralık gecesi harekat planı









            4. üncü manga ile düşman arasında 70 – 80 metre kadar mesafe kalmıştı. Kuzey Kore kuvvetlerine yardım için gelen Çin birliklerinden müteşekkil olan karşı kuvvet, saniyeler sanki dakika, dakikalar sanki saatmiş gibi geçen zaman süreci içerisinde gecenin sessizliğini bozmadan sinsice yaklaşıyordu. Mesafe kırk metreye kadar indiğinde ilk temas 6. manga önlerinde olacak gibiydi. 6. manganın bir hafif makinalı tüfeği, iki makinalı tabancası ve altı piyade tüfeği vardı. Namluların her biri başka düşman üzerine kilitlenmişti. Çinliler dikenli tel örgüleri fark edip durakladıysa da az sonra ilerlemelerine devam ettiler. Gözetleme noktasından Üsteğmene tellerin kesilmeye başlandığına dair bilgi ulaşınca Başçeri gerekli emri bildirdi.
            Telefonun öbür ucunda bulunan Şükrü Çavuşun gür sesi gecenin sessizliğini bozdu. ATEŞ serbest… diye bağırdı. Soğuk gece anide ısınıvermişti. 6. manga cephesinde başlayan sıcak temas dakika dolmadan diğer hatlara da sıçradı. Dikenli  telleri keserek aralarından geçmeye çalışan Çinli askerler, gergin bir bekleme süreci içinde moral bulan 6. manga askerlerinin ateş kusan silahlarının mermileriyle vurulup düşüyor, kimi tel örgülere takılıp can çekişiyor, kimi de o korkunç karmaşa içinde kaçmaya çalışıyor, ancak kaçmaya çalışanlar da daha fazla gidemiyor, mermi yağmuru altında kalarak yere düşüyordu. 6. manga duruma hakimdi, geçit vermiyordu. Muharebe ileri karakolunun yanlarında ve gerisinde de çatışma başladığında Çinliler biraz daha dikkatli davrandılar. Muharebe ileri karakolunun gerisine sarkmak isteyen Çinliler Tugay Komutanlığınca ileri sürülen Bölük ihtiyat takımını karşılarında buldular.
               Muharebe ileri karakolumuzun ön cephesinde olaylar devam ederken ateş üstünlüğümüzü kabul etmek zorunda kaldılar ve birliklerinin ateşli koruması altında sıçrayarak ilerlemeye başladılar. Aynı zamanda korkunç ve kesif bir havan ateşiyle üstünlük sağlamaktaydılar. Topcumuzun buna müdahalesi gecikmedi. 30, 40 metre kadar yaklaştıklarında net ve olumlu ateşimiz karşısında durmak zorunda kaldılar. Bu kısımda  A-4 ü kullanan Kemal Engin’in payı büyüktü. Çok haraketli ve atik olan Kemal A – 4 ü ile birkaç dakika ateş ettikten sonra tüfeğini kaptığı gibi başka bir yere sıçrıyor, ateşe oradan devam ediyordu. Böylece muharebe ileri karakolunda üç dört A-4 olduğu intibaını bırakmak hem de A-4 ünü düşman tüfek ve el bombalarından korumak istiyordu.
               Bu sırada Takım Komutanı Başçeri 4 ve 5. mangaları arayarak bilgi aldı. O kesimde durumun iyi olduğuna kanaat getirerek 7. Bölük Komutanı Yzb. Salgırtay’a izahat verdi. Konuşmanın tam hararetli anında Yüzbaşının sesi duyulmaz oldu. Bu andan itibaren muharebe ileri karakolunun geriyle olan irtibatı kesilmişti. 7. bölükle irtibatın aniden kesilmesi ve son anda telefondan anlaşılmaz sesler duyulmasının anlamı ne olabilirdi. Üsteğmen Başçeri’ye bu yalnız muharebe ileri karakoluna ve hemen gerisindeki ikmal bölgesine karşı yapılmış bir taarruz olmayıp Bölük çapında değil daha büyük bir birlik tarafından daha geniş bir alanı kapsayan taarruz hareketine benziyordu. Çünkü, Muharebe ileri karakolumuzla çatışmaya giren ve iki takım olduğu tahmin edilen birliğin bir kısmının gerideki boyun noktasına uzanıp oradaki telefon hatlarımızı kesmiş olması mümkün görülmüyordu. Ancak, Tugaya gelen bir raporda durum açıklık kazanmıştı. Muharebe ileri karakolunu kuşatan bir bölük düşmandan başka bir bölük düşman askeri de 6. Bölük cephesine giden vadiye yayılırken başka bir müfreze de 7. Bölük muharebe ileri karakolu ile 472 rakımlı tepe arasında mevzilenmişti. Böylece taarruz eden Kuzey Kore Çin birliğinin bir tabur kadar olabileceği anlaşılınca Tuğay Komutanlığı gerekli tedbirleri alarak duruma hakim olma yolunu seçti ve düşmanın muharebe şartları gereği her hangi bir şaşırtma yapması ihtimaline karşı Bölük Komutanlarını uyardı.
           Saat 20:30’u geçmişti. Bu, bir kış gecesi için epey ilerlemiş bir vakitti. Muharebe ileri karakolu çevresindeki çatışma bütün şiddetiyle devam ediyor, silahlar bir türlü susmak bilmiyordu. İzli mermiler her iki taraf arasında gidip geliyor, her iki tarafın çeşitli silahlarından karakteristik tarakalar ve seken kurşunların vızıltısı arasına karışan bomba ve havan mermilerinin o korkunç sesleri ölüm orkestrasının ritmini tamamlar gibiydi. Üsteğmen Başçeri,nin kırk iki kişilik takımının kırk silahı Çaynislere geçit vermiyordu.
          Takım gözetleme yerinden mangaları ile irtibat halinde olan Takım Komutanı Başçeri durumu telsizle Bölük Komutanlığına bildirmek üzere mevzilere indiğinde telsizci Halil Baş, tepenin arkasındaki boyun noktasına bakan tarafa ve bazuka mevziinin hemen batısında Çinlilerin arkasına sığındıkları büyük bir kayanın 30 – 35 metre kadar açığındaydı. Telsizin hemen arkasında yüksekçe bir yere mevzilenmiş A-4 ve bir BAR tüfeğiyle kayanın sağını ve solunu tuttukları için Çinli askerler daha ileri geçemiyor, yalnız kayanın üzerine çıkarak el bombası atıyorlardı. Üsteğmen Başçeri telsizle Bölük Komutanı ile konuşup durum değerlendirmesi yaparken bir taraftan da kayanın üzerinden el bombası atan Çinlileri nasıl tesirsiz hale getirebilirim diye düşünüyordu. Bunun en iyisinin bazuka ile mümkün olabileceğine karar verdi. Bazukacıya haber göndermişti. Konuşmasını bitirip mevziden tam irtibat hendeğine atlarken müthiş bir patlama ile birdenbire dünyası karardı. Gözlerinin içinde rengarenk şimşekler çakıyor, başı uğulduyor, kulaklarında müthiş bir basınç hissediyordu. Kendinden geçmiş sanki rüyada gibiydi. Çocukluğu, anne ve babası,  arkadaşları, daha on beş gün evvel Tokyo’da geçirdiği bir haftalık şahane bir tatil gözlerinin önünden bir şerit gibi geçti. Sonra kendine gelir gibi oldu. Başındaki uğultu azaldı. Acaba vuruldum mu diye kendini yokladı. Ağrısı sızısı yoktu, vurulmadığına hükmetti. Yalnız kulaklarında müthiş bir çınlama vardı. Etraftan karmaşık sesler duymaya başladı. Kamaşan gözlerini açtığında baş ucunda bazukacı Dursun ona sesleniyordu. Yaralı mısınız Üsteğmenim diye ona sesleniyordu. Ben de onu düşünüyorum, diye cevap verdi Başçeri. Bütün bunlar çok kısa bir zaman dilimi içinde olmuştu.
          Üsteğmen Başçeri elleriyle yüzünü ve başını oğuşturdu. Hayret, başında miğferi yoktu. Sağa sola bakındılar, Dursun iki üç metre ilerde irtibat hendeğinin başladığı yerden miğferi alıp getirdiğinde hayretler içinde kaldılar. Miğferin üst kısmı çekiç darbeleriyle yassıtılmış gibiydi.  Sonraları yapılan sağlık kontrolünde her iki kulak zarının yırtıldığı buna da başının hemen üzerinde patlayan bir el bombası basıncının sebep olabileceği anlaşılmıştı. 
          Duracak zaman yoktu. Dursun bazukasının, Üsteğmen de telsizin yanına döndü. Telsiz eri Halil, Nazlı 31…  Nazlı 31…, diye Bölük Komutanlığını aramaya başlamıştı ki, Çinliler tarafından mevzie atılan ikinci bir el bombası Başçeriyle telsizci Halil Baş arasında korkunç bir gümleme ile patladı. Üsteğmen bu sefer de şanslıydı. Bomba iki üç metrelik bir mesafede patlamış, ortalık toz duman olmuş, ve sol ayak bileğine yakın bir yerden bomba parça yarası almıştı. Yara hafif görünüyordu. Telsiz eri Halil Başın yarası biraz daha ciddiydi. Telsiz aleti de hasar görmüştü. Başçeri telsiz eri Halil’i daha emin bir yer olan iki manga arasındaki üstü kapalı mevziye taşıdı. Burada her ikisinin de yaraları sarıldıktan sonra yaralı ayağı ile aksaya aksaya bazuka mevziine gitti. Bazuka eri Dursun iki taraf arsındaki karşılıklı çatışmayı seyrediyor, Üsteğmenini bekliyor ve hazırlıklıydı. Çinliler mevzilerimizdeki bir anlık suskunluktan yararlanarak hareketlendiler ve kayanın üzerinde gruplaştılar. Üsteğmen bazukayı tam bu anda omzuna dayamıştı.  Tetiğe dokunarak mermiyi tam ortalarına gönderdi. Çinliler yok oldular.
          Bu sırada yan taraftan kayaya tırmanmaya çalışan guruba da bir roket sallayarak onları da tesirsiz hale getirdi. Kayanın tam karşısında yüksekçe bir mevkideki siperlerimizde mevzilenmiş olan A 4 ile BAR tüfeği de kayanın arkasından fırlayıp mevzilerimize saldırmak isteyen Çinlilere aman vermiyor, tarıyordu. Bu sıralarda muharebe ileri karakolunun Bölükle irtibatının kesildiği Tugay Komutanlığına bildirilmişti. Bunun üzerine Tugay Komutanlığı 7. bölük İhtiyat takımının taarruz ederek Muharebe ileri Karakolu ile irtibat kurmasını emretti.  7. bölük ihtiyat takımı muharebe ileri Karakolu ile irtibat temin etmek üzere harekete geçip yüz metre kadar ilerlemişlerdi  ki, asıl muharebe hattı ile Muharebe İleri Karakolu arasında kendilerinden  çok üstün sayıda düşman birliği olduğunu gördüler. Takım Komutanı Güçkan durumu Bölük Komutanlığına bildirdi.  Yüzbaşım burası arı kovanı gibi kaynaşıyor… Teğmen Güçkan düşmanla tam çatışmaya gireceği sırada Bölük Komutanından geri çekilme emri aldı. Buna sebep asıl muharebe hattı ile Muharebe ileri karakoluna dar sahaya Üsteğmen Güçkan’ın rapor ettiği gibi çok sayıda düşman birliğinin sızmış olmasıydı. Buradaki dar alan ancak takım halinde bir güçle taarruza müsaitti. Bunu mümkün kılmak için de düşmanın etkin  bir topçu ateşi altına alınması gerekiyordu.
           Takım geri çekilir çekilmez topçu ateşi başladı. Asıl muharebe hattı ile Muharebe ileri karakolu arasındaki takriben sekiz yüz metrelik hat havan toplarının iştirakiyle cehenneme döndü. Düşmanın direnci kırıldı,  Yüzlerce kayıp verdi.  Topçunun bu isabetli ateşine ve onca kaybına rağmen düşman birliği geri çekilmeyerek muharebe ileri karakoluna her önden saldırmaya devam etti. Muharebe ileri Karakolunu savunan Mehmetçikler sıcak çatışma sonucu kanları kamçılanmış,  yorulmak bilmiyor soğuktan etkilenmiyorlardı. Arkadaşlarına isimleriyle seslenerek yüreklendirici  sözler söylüyorlar, birbirlerine moral veriyorlar, bir taraftan da.. hey  Çaynis, come here..  diye Kuzey Kore müttefik Çin askerlerine laf atıyorlardı.
            Bir ara tarakalar azaldı. A-4 ler ve diğer makinalılar sustu. Ara sıra tek atışlar duyuluyordu. Üsteğmen Başçeri tarafından mevzilere haber gönderilerek cephane tasarrufuna dikkat edilmesi, isabetli ve yerinde atışlar yapılarak üstünlüğün devamının korunması istenmişti. Bu önlem etkili de oldu. Silah seslerinin azaldığını hisseden düşman bunu bir zaaf sanarak biraz hareketlendi. Fakat, anında karşılık görerek düşmana epey kayıp verdirildi.  Bu arada yarası Üsteğmen tarafından sarılan telsizci ile yaralı bacağından kan kaybeden Başçeri arızalı telefon ile uğraşırken bir ara bölükle irtibat kurdular. Başçeri.. Çarpışıyoruz, dayanıyoruz, düşmana çok kayıp verdirdik. Cephane sıkıntımız başladı, sonuna kadar dayanacağız, acele edin..  mesajını geçti. 5. manganın zayıf bir noktasına iki mangadan oluşan bir düşman müfrezesi saldırıyordu. Bu noktayı Ali Yılmaz ile Ahmet Kaya koruyorlardı. M 1  tüfeğini gayet iyi kullanan Ali çok iyi bir nişancıydı. Cephaneyi iyi kullanmak için seyrek ve isabetli atışlar yapıyordu.
              Bir ara karşıdan bir Çinlinin ayağa kalkarak bir el bombası attığını gördü.  Gözlerini ve silahını aynı noktaya odaklayarak nişan aldı. Çinlinin hareketini tekrarlayacağını ümit ediyordu, öyle de oldu. Çinli ayağa kalkar kalkmaz tetiğe dokundu. Evvela elindeki bomba mevziin içine düştü, sonra kendisi yere yığıldı. Fakat aynı anlarda iki üç Çin’li de Ali’nin çok kısa görünen başına ateş ettiler. Tam bu anda Ali tarafından vurulan Çin’linin elinden düşen bomba patlayarak Aliye nişan alıp ateş eden Çinlileri havaya uçurdu. Ne yazık ki Ali çene ve ağız boşluğundan vurulmuştu. Ahmet Kaya Alinin yanına koştu, Alide hayat yoktu. Şakak ve elmacık kemiği parçalanmış silahına dayanmış olarak hareketsiz duruyordu. Aynı dakikalar içinde Cemil Zeren el bombasıyla hemen arkasından da Ahmet Kaya piyade mermisiyle yaralanarak çatışma sonrası hastaneye kaldırıldığında şehit oldular.Daha sonra yapılan röportajlarda arkadaşları bu üç şehit erimizin olağan üstü gayret ve  kahramanlıklarını, bitmek tükenmek bilmeyen enerjilerini anlata anlata bitirememişlerdi.
             Komünistlerin mühim günlerin yıl dönümlerinde saldırıda bulundukları biliniyordu, bugün de Kunuri savaşının yıl dönümüne rastlıyordu. Gece saat 23.oo suları olmuş gök yüzü bulutsuz ve pırıl pırıldı. Gece mavisinin parlaklığında tepeler ve vadiler seçilebiliyor, her iki tarafta gerilerde konuşlanan ışıldakların da yardımı ile oluşan alaca karanlıkta en ufak bir hareket gözden kaçmıyordu. A-4 ve BAR Tüfekleri susmuş gibiydi. Yalnız M-1 piyade tüfekleri ara sıra sessizliği bozuyor, Kuzey Kore’nin müttefiki Çin birliğinin kullandığı Rus yapımı 7.62 lik ağır makinalı M- 1910 ve 7.62 Karabina M-1938 lerin sesleri de buna karışıyordu. Yaralı Üsteğmen Başçeri manga komutanlarına şu emri verdi.. Cephanemiz bitmek üzere. Yardım geliyor, iyice emin olmadıkça ateş etmeyin. Haydi aslanlarım…
               Meydana gelen suskunluktan umutlanan düşman inlerinden çıkarak mevzilerimize saldırmak istediklerinde isabetli ve tek atışlarla bertaraf ediliyordu. Mehmetçikler ikide bir mermilerini sayar duruma düşmüşlerdi. A komutanı Kemal Engin mermilerini saymaktan ateş edemez hale gelmenin moral bozukluğu içinde kıvranırken zihninde bir şimşek çaktı. 7-8 saat evvel öğlen vakti düşman havan ateşine maruz kalmışlar A-4 ünü emniyet için almaya gittiğinde kendisi de elinden hafif yaralanmıştı. A-4 ünü kucaklamış gelmiş fakat cephane kutuları orada kalmıştı. Hemen bulacağından emindi. Fakat korkunç ateş karşısında nasıl gidip dönecekti. Başka çaresi de kalmamıştı, gidip dönecekti... A-4 ü nişancısına bırakarak irtibat hendeğine atladı İrtibat hendeklerinin derinliği daha azdı. Yerde emekleyerek ilerlemeye başladı. Mevzilerden geçerken arkadaşları ona hayretle bakıyor ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorlardı. Kısaca durumu açıkladıktan sonra ona şans dileyip uğurladılar. Az sonra çok iyi bildiği bu yeri rahatlıkla buldu. Ancak, topçu ve havan atışlarından olsa gerek arazi şekli değişmiş toprak alt üst olmuştu. Beraberinde getirdiği kürekle işe başladı. Öyle büyük bir arzu ve azimle çalışıyordu ki ara sıra elleriyle toprağı eşelediğinden tırnak diplerinin acıdığının farkında değildi. Bir ara ayak ucuna yumuşak toprağa bir bomba düştü, onu ayağı ile iterek yokuş aşağı yuvarladı.   Bomba büyük bir gürültüyle patladı. Kemal  kazmaya  devam  ederek  kutulara  ulaştı..
               Sırtından parkasını çıkararak fermuarını çekti. Mermi kutularını içine doldurup sırtına vurdu. Bu tehlikeli yerlerden bir an evvel uzaklaşmak gerekiyordu. Düşe kalka sürünerek geldiği yerlerden geçti. Dönerken arkadaşlarına da mermi kutularından bıraktı.  Döndüğünde arkadaşları onu merakla bekliyordu. Bir anda moral buldular.
              Bu esnada 7. ci Bölük ihtiyat takımı asıl muharebe hattı önünde ikinci defa olarak taarruza hazırlanıyordu.  Taarruz için topçu ateşinin bir saate yakındır  kaydırılması  bekleniyordu. Takım Komutanı Adem Gückan Muharebe ileri karakolundakilerin güç durumda olduklarını tahmin ediyor gelişen durumun bunu gösterdiğine inanıyordu. İnşallah geç kalmamışızdır, diye düşündü. Üsteğmen Güçkan ve erleri gerilmiş yay gibiydi. Nihayet beklenen an geldi. Yüzbaşı Salgırtay ihtiyat takımına hücum emri verdi. Topçu ve havan ateşimiz altında epeyce kayıp veren Çinliler moralman da çökmüş olduklarından İhtiyat takımının hücumu karşısında şaşırdılar.  Ancak, karşılık vermekten de geri kalmadılar. İhtiyat takımının koşarak ve çarpışarak geçtiği yerlerde topç ateşi sonucu onlarca Çinli asker ölü olarak yerlerde yatıyordu.     
              İhtiyat Takımı, muharebe ileri karakolumuzun arkasındaki boyun noktasına geldiğinde Muharebe ileri karakolunu arkadan çevirmek isteyen Çinlilerin şiddetli ateşine maruz kaldı. Fakat moralsiz ve tedirgin olduklarından İhtiyat Takımımızın enerjik ve taze gücü karşısında çabuk çözüldüler. Her şey, sanki bir gösteri yapılıyormuş gibi ışıldakların soluk gölgesinde cereyan ediyordu. İhtiyat Takımının buradaki başarısında Takım Komutanı Üsteğmen ile Bölük Yüzbaşı Salgırtay’dan taarruza iştirak için ısrarla izin alan 1. Tb. Hesap uzmanı Üsteğmen Turgut Özgüler’in rolleri büyüktür. Gerek takım komutanı Güçkan ve gerekse hücuma gönüllü iştirak eden Hesap uzmanı Özgüler erlere örnek olacak bir şekilde savaşmışlardır. Düşmanın direnci kırılmıştı ama, burada yeni bir sorunla karşılaşıldı. Düşman ateşine ilaveten Muharebe İleri Karakolunun güney kanadındaki bütün silahlar A-4 dahil şimdi ihtiyat takımına ateş ediyorlardı. Durum gerçekten kötüydü. İhtiyat Takımındakilerin yapabilecekleri tek şey kendilerini bir an evvel tanıtabilmekti. Bu kargaşa içinde bunu yapabilmek güçtü. Muharebe İleri Karakolundaki arkadaşlarına isimleriyle seslendiler,   ATEŞ  ETMEYİN, Biziz..  diye bağırdılar ama, geceyi cehenneme çeviren silah tarakaları ve bomba sesleri arasında bu seslenmeler kaybolup gidiyordu. Kendilerini tanıtmak için yaptıkları her türlü girişim kardeş ateşine hedef oluyordu. Muharebe ileri karakolunun bazuka mevkiinde yaralandığı yerde yatmakta olan Üsteğmen Başçeri yarası ağır olmamakla beraber geçen zaman süreci içinde yarası tam müdahale görmediğinden ne de olsa kan kaybediyordu.  Bu yüzden kendini kaybetmemek için olağan üstü bir direnç gösteriyor, aynı zamanda mangalarla olan irtibatını devam ettirerek onlara gerekli emirler veriyordu. Mangalarla olan telefon irtibatı kopmuştu. İrtibat gerektiğinde er göndererek sağlıyordu. Bu defa bazukacı Dursun Hınıslı’nın ısrarı  ve yalvarması üzerine onu gönderdi. Kendisi de ayağa kalkıp nişan basamağına çıkarak bazukayı kavrayıp beklemeye başladı.
            Saat 00.30 sularında irtibat hendeklerinden sürünerek gelen bir er Üsteğmen  Başçeri’ye şu haberi verdi. Boyun noktasında bir, bunun batısında iki takımdan oluşan bir düşman müfrezesinin yeni bir taarruz hazırlığında olduğu sanılıyor. Boyun noktasındaki düşmanın Türkçe bir şeyler haykırıp bir takım isimler sayarak, ateş etmeyin biziz diye bağırıyorlar. Kuzey Kore müttefik Çin birliklerinin böyle savaş hilelerine sık sık başvurduklarını Üsteğmen gayet iyi biliyordu. Onun için cephaneyi dikkatli kullanmak şartı ile ateşe devam edilmesini emretti.
            İhtiyat takımı boyun noktasına geldiğinden beri daha ileriye gidememişti. Muharebe ileri Karakolu ile aralarında kalan saha içinde tek tük dağınık Çinli askerler vardı. Çinliler bunları kanattan gelen takımla desteklemeye çalışıyordu. Takım Komutanı Üsteğmen Güçkanın aklına dahiyane bir fikir geldi.  Er Zeynel Yıldırımı yanına çağırdı. Zeynel..  dedi.  Hemen ezan okumaya başla, bitince tekrarla. Zeynel şaşırdı ise de takım komutanı onu ikna etti.  Zeynel iki elinin işaret parmakları ile kulaklarını tıkayarak yanık sesiyle bütün gücünü sarf ederek ezan okumaya başladı.
            Bu sıralarda muharebe ileri karakolu Takım Komutanı Üsteğmen Başçeriye bir er gelerek şu bilgiyi verdi. Batıda toplanan iki takım kadar düşman boyun noktasında arkamıza doğru sarkmaya çalışıyor. Üsteğmene göre bu çatışmanın sona yaklaşması demekti. Kemalin getirdiği cephaneler de bitmek üzereydi. Beş saattir durup  dinlenmeden  savaşan erlerini  bu badireden nasıl çıkarabileceğinin  muhasebesini  yaparken  yanına  bir  er  yaklaşarak  tepesinde    patlayan   bombanın  basıncı  ile  kulak  zarları  patlayan  ve  çok  az  duyan Başçeriye..   Üsteğmenim, işitiyor  musunuz, ezan okunuyor..  dedi. Başçeri’nin tereddüt etmesi  üzerine  dediklerini  tekrarladı.. Ezan okunuyor ezan!
           Gerçekten de boyun noktasının aşağısındaki dere yatağından ezan sesi duyuluyor, vadiyi dolduran ses karşılıklı yamaçlarda aksi sedalar yaratarak yükseliyor,  yükseliyor ve insanın üzerinde tarifi güç bir duygu bırakıyordu. Üsteğmen Başçeri kulaklarında meydana gelen arıza nedeniyle ezan sesini duyup ayırt edemiyordu. Erlerden bir kaçını sorgulayarak iyice bilgi aldıktan sonra bizimkiler tarafından ezan okunduğuna inanarak derin bir nefes aldı ve şu  emri  verdi..  Pekala..  Boyun noktasından yaklaşanlara ateşi kesin, kalan cephaneyi yan taraftan sokulmak isteyen düşmana harcayın. 
 Askerlerden birkaçı.. ateşi kesiyoruz,  yaklaşın, diye bağırdı. İhtiyat takımı bu işareti alır almaz er Zeynel ezanı bıraktı ve takım ağır ve temkinli adımlarla yaklaşmaya başladı. Muharebe ileri karakolu ile kendilerine yaklaşmakta olan ihtiyat takımı arasındaki sahada kalan ve direnmekte devam eden bir kaç gurup düşman askeri iki taraftan açılan ateşimizle imha edildiler. Muharebe ileri Karakolu ile ihtiyat takımı birleşerek batıya yöneldiler ve burada bulunan iki takımlık düşman birliği bu ani değişiklik karşısında şaşkına döndü ve durakladı.
            Muharebe ileri karakol Komutanı Üst Teğmen Baş Çeri ile İhtiyat takım komutanı Üst Teğmen Güçkan ve harekata onunla birlikte gönüllü katılan 1. Tabur hesap uzmanı Üst Teğmen Özgülerin karşılaşmaları çok heyecanlı oldu. Muharebe ileri karakolunun bazuka mevziinde yaralı olarak görevi başında olan Başçeri ile telsiz eri Halil Başın sargıları gözden geçirilerek değiştirildi. Üst Teğmenler Başçeri ve Gückan  bir durum değerlendirmesi yaparak batı yönden yaklaşmaya çalışan düşman müfrezesine ateş için gerekli emirleri ulaştırdılar. Bazuka mevziinin karşısındaki kayalığa tırmanan ihtiyat takımı erlerinden dört beş kişilik bir gurup aniden kayanın arkasına atlayarak, kayanın her iki yanından yere yatıp mevzilenerek birliğimize ateş açmak isteyen düşmanın iki makinalı tüfek timini etkisiz hale getirdiler. Çinli askerlerden ikisi vuruldu, dördü ellerini kaldırarak teslim oldular.
           Birliklerimizin ileri hareketi devam ederken birdenbire düdük ve borazan sesleri duyulmaya başladı. Bu işaretler bizim birliklere ait değildi. Düşman taarruzdan vaz geçmiş geri çekiliyordu. Üsteğmen Güçkan muharebe ileri karakolu ile irtibat kurduklarını ve birleştiklerini ve ilerlemekte devam ettiklerini, dört esir alındığını ve düşmanın geri çekilmekte olduğunu telsizle Bölük Komutanlığına bildirdi. Haber,  Tugay komutanlığına ulaşınca hüzünlü bekleyiş sevince dönüştü. Ancak yapılacak bir şey daha vardı. Geri çekilen düşman birliğini topçu ateşiyle hırpalamak.Tugay Komutanlığı  Harekat şubesi gerekli tespit ve tedbirlerden sonra düşmanın çekilmekte  olduğu  sahayı çıktıkları ilk  hareket  noktasına kadar karış karış dövün, çekilmesine mani olun diye emir vererek topçu ateşini başlattı.
             Üst  Teğmen   Başçeri  geri  götürülürken er  Dursun  Hınıslı,yı  hatırladı   ve  aranmasını    emretti.  Bazuka mevziinden kırk elli metre kadar henüz ayrılmıştı ki bir düşman tüfek bombasıyla şehit olmuş, yüzükoyun, yumrukları sıkılı yerde yatıyordu.  Arkadaşları onu çevirdiklerinde son görevini yerine getirememenin hüzünlü ifadesi yüzünden okunuyordu.                   
               Ertesi günü Amerikan Tümen Komutanlığından Türk Tugay Komutanlığına şöyle bir mesaj geliyordu. Asıl muharebe hattından taarruz için çıkartılan kuvvetlerin mahsur muharebe ileri karakolu ile irtibat temin etmelerini ve bu esnada arada kalan düşmanın imha edilmesini eskiden beri alaylarımdan isterdim. Bunun tatbikini ilk  efa  siz gerçekleştirdiniz, tebrik  ederim…
               Tümen Komutanlığı muavini de bilahare  şunu  söylüyordu..  Biz bu muharebe ileri karakolunun bulunduğu yeri mahkum arazi sayıyorduk. Demek ki böyle bir yerde de başarı sağlanabiliyormuş.    
                                   X                      X                      X




                                                  Ay ışığında korkunç Kore Geceleri




 İ   K  İ  N  C  İ                  K  I  S  I  m     
                            Ş E H İ T L E R      Y  A R A L I L A R
                                                     V  E
                                        B İ R K A Ç     A N I
                             ŞEHİTLER   -  ÇİPURİ   BÖLGESİ
 
 31 mart  1952  günü  cepheye  intikal  ederken  mevzilere  bile  daha  doğru  dürüst  yerleşmeden   hareketliliğin  düşman  tarafından  fark  edilmesi  üzerine  açılan  havan  ateşi   sonucu    verilen  iki  şehit.
 12 . Bl. Çvş. Mehmet  Kurt   10632    Kumtepe  ,havan  yarası  ile  şehit.
          12.Bl.  Er   Hamza  Çelik   11252   Kumtepe  havan  yarası  ile  şehit.
          2  Nisan  l952  Kumtepe   ll. Bl.  İbrahim  Sümer   6973   tüfek  mermi si  ile  şehit,   alnından.
          4  nisan  l952  Kumtepe  11. Bl. Er  Kamil  Top  6980    tüfek  mermisi  ile  şehit.
          11. Nisan  1952  Kumtepe  11.Bl.  Niyazi  Temel   er  6970  havan  parçasıyla   yaralanma  sonucu    kanamadan  şehit.
         17  Nisan  1952  Kumtepe  9.Bl.  Hüseyin  Temel   7058   Malatya  1930  M1  mermisi  ile  kaza  sonrası     şehit.
         18  nisan  1952  Kumtepe   11.Bl. Çvş. Hıdır  Bahana  1930                                     
         18  nisan    1952  Kumtepe  11.Bl. Er  Nuri  Mutlu  M. Kemalpaşa  1926          7445 Çavuş  Hıdır  Bahana  ile  er  Nuri  Mutlu  11 ci  bölük
        18  nisan  sabaha  karşı  03.30  da  yapılan  taarruzda   şehit  olmuşlardı.  Nuri  Mutlu’nun  naaşı  ayni  günün  akşamı   beyazlar  giyinen      bir  tim  tarafından  operasyonla  alınmış,  Çavuş  Hıdır  Bahana, nın   naaşı   maalesef   düşmana kaptırılmıştı.
        29  Nisan  l952  Kumtepe  .  10.Bl.  Abdullah   Zeren   er  1930  Çayıralan  10559  .
       Er  Abdullah  Zeren   düşman piyade  tüfeği  mermisiyle   sırtından  vurulmuş,   mermi  sağ       meme  üzerinden   ve  taraf  gömleği  cebinde  bulunan  cüzdan  ve  paraları  parçalayarak  orada      kalmıştı.  İç  kanama  sebebiyle  şehit.
        21   Mayıs  1952   Er  Hayrettin  Yanardağ   10456   Develi  1930   10.  Bl.. Alından  ve  nazal  nahiyeden,  sağ  kol  ve  sadırdan  aldığı  havan  parça  yaraları  sonucu  şehit.
       21  Mayıs  1952   Karışık  Takım   Mehmet  Coşkun  8206  . Bulunduğu  mevziin  havan  mermisiyle       tam  isabet  alması  sonucu  şehit.  Arkadaşı   Emrullah  Irmak   yaralı  olarak  kurtulmuştu.
            
 Y  A R A L I L A R
 31  Mart  1952   cepheye  intikalde  ilk gün  verilen  dört  yaralı.
2. Bl.    Bekir  Taş   10639  havan  parçası  ile  yaralanma
12.Bl.   Ahmet  Öztürk   8716 havan parçası ile yaralanma                                           12.Bl.   Hilmi  Gönen   10712  havan parçası ile yaralanma
12.Bl.      Ali  Özdemir     10970  havan parçası ile yaralanma
3 Nisan 1952   9.cu Bl.  Muzaffer  Kayseri   1926  Antalya  6855   Mayın  ile  muhtelif  yerlerinden  yaralanma  .
10 Nisan 1952   9. Cu  Bl.  Yusuf  oğlu  Şevket  Başkan    6881   İzmit  1930  sis  mermisiyle yanık.
10 Nisan 1952   9.cu  Bl.  Süleyman  oğlu  Mehmet  Musluk   Ödemiş  1930 sis  mermisiyle  yanık.  9.cu  Bl.  Ahmet  oğlu  Hasan  Çetin  . 
13 Nisan 1952   9.cu  Bl. Mehmet  oğlu          Mustafa  Pınarcı   6894   Balıkesir  1930. Sağ  ayak  bilekten  itibaren  yaralanma  sonucu   yok.  9.cu  Bl.  Mehmet oğlu M.Ali Yıldız    6435  Tunceli  1930  Mayın  ile  yaralanma  sonucu  sağ  ayak        yok.
5 NİSAN 1952   10. Bl.  Abdülhamit  oğlu  Hasan  Aysel   6934   İstanbul  1930   havan  parça ile     muhtelif  yerlerinden.   
16  Nisan  1952  10.cu  Bl. Hasan  oğlu  Osman  Yıldırım   Kütahya  1930  mayın  ile  bacaktan. 
16  NİSAN  1952  2.ci  Bl. Abuzer  Doğru  .Malatya  1930  .Muhtelif  yerlerinden    mayın  parça  yarası. 
20  NİSAN   1952   Kadri  Özcan    9147     Sağ  bacakta  mayın  parça  yarası.    
23  NİSAN   1952  1. Bl.  Süleyman  Orhon     6734   mayın  ile  yaralanma.
23  NİSAN  1952   1.Bl. den    Mehmet  Ali   Özçelik   8907     mayın  ile  yaralanma.
17  NİSAN  1952   12 ci  Bl. Feridun  Akgömeç       künye  numarası  11007  .
18  NİSAN   1952  sabahı  erken  saatlerde   11.  Bl.ğün   Kum  Tepeye  yapmış  olduğu  taarruzda   11. Bl.  den  yaralananlar. Bunlar  topçumuzun   kısa  düşen  sis  mermileri  sonucu   yanık    yarası   almışlar   ve  tedavilerini  müteakip  birliklerine  dönmüşlerdir.   Bu  erlerin  adları; Mustafa  Soylu  künye  No.  6985  , Sadettin  Otuz  Bir  6971 ,  Zeynel  Evci      13323 ,  Kadir  Ünal   6976  ,  Dursun  Vatan  8678  ,  Ali  Özdemir   13249   ,  Hüseyin  Kutlu   6546   .       Sefer   Küsmen   8984  ,  Hüsamettin   Demirel   9202  , Nurettin  Sönmez   6986  ,  Abdülkadir  Bayraktar   8340  ,  Rüstem  Uyar   11562   ,  SİRET  UMUR    6445  ,  Ali  Çetin  Özkul   7901  , Abdurrahman   Acar  8426  ,Emin  Bostan  l3367  , Faik  Eser   6302  ,  Ali  Demir  13543  ,Veli  Şahin     13352 .
                    AYNI  GÜNÜN  AKŞAMI   YARALANANLAR.  
        
                    11. Bl. den  Dursun  Turan   7007  Sağ  el  küçük  ve  yüzük  parmağı   yok  ve  sağ  göz  kornea yırtığı. 11.Bl. Niyazi  Çılgın  İnebolu  1930  bacaktan  top  parça  yarası. 
27 NİSAN  1952  12. Bl. den  Mahmut  Karadağ   13220  mayın   ile  sağ  el  bilekten  yok.  
26 Nisan   1952  9.cu  Bl. Dursun  Akkaya    Kayseri  1930. Gold  tabanca  ile  ayak  bilek  kısmından  kazai  yara. 
30  Nisan  1952  9 BL. İzzet   Midilli   6867   Gümüşhane  1930  düşman  piyade   mermisiyle  kolundan.
30  Nisan  da  9. Cu  Bl. den  Hasan  Salih  Özder   6882  Adapazarı  1928.                Düşman  piyade  mermisi  ile  koldan. 
27  Nisan   12  Bl.den  Mahmut  Kızıl   10319   mayın  ile  her  iki     bacaktan. 
1  Mayıs    9  cu Bl. Celal  oğlu  Ekrem  Aytekin   10502  Samsun  1930  piyade  mermisiyle      ayaktan.  6  Mayıs  9 cu  Bl.den   İsmail  Bozoğlu   6661  Aydın  1930  piyade  mermisiyle  başından.           
11  Mayıs   11.ci  Bl.den  Osman  Ceylan   7004   Konya  1930  sağ  ayakta  derin  havan  parça  yarası.    
11  Mayıs   11.ci  Bl.den   Mehmet  Eşit   10524  NİĞDE  1930  sağ  bacakta  derin  havan  parça  yarası.    16  Mayıs   10. Cu  Bl.den  Abdüsselim    İyigören  .sağ  ve  sol  omuzdan  havan  parça  yarası.         
8  Mayıs  l952  8. İnci  BL. Ast  Subay   Necdet  İzgi   12335  tabanca  mermisiyle  kazai  yara.                   
9  Mayıs  1952  2.Tb. Kh. Bl.  Bekir  Özen   11239  sol  bacakta   mayınla  yaralanma.  
10  MAYIS  1952'de  yaralananlar  .                                                 
 7.  Bl. den  Sabri  Topal    11543    mayın  ile  yaralanma.     Hasan  Özhan   11057  mayın  ile  yaralanma Ali  Özsoy    11527         mayın  ile  yaralanma,    Necati  Gündoğdu    9891   mayın  ile  yaralanma                                               
11  Mayıs   1952  6 Bl. den   Mehmet    Cantekin   9977   makinalı  ile   yaralanma                    
14  Mayıs  1952  7.Bl. den  Ahmet   Şengüler   11569   makinalı  ile  kazai yaralanma.                        
16  Mayıs  1952  3. Tb.Kh.Bl.den  Azmi  Erman   13656  sol  göz  havan  parça  yarası.                                  
18  Mayıs  1952  9.Bl.den  Ekrem  Çelik   13309   Antep  1930  havan  parça   yarası.  

                         İki sedyeli cefakar yaralı taşıma cipimiz.

            Haziran 1952 Ordonat ve Sıhhiye Bölüğü Assubayları bir arada

21Mayıs  1952  gece  yarısı  sonrası  düşman  tarafından   başlatılan  mevzii  bir  taarruz  hareketi  10.cu  Bl.ğün  bulunduğu   Kum  Tepeye  yöneltilmişti. 10  bölüğün  gözcüleri   bir ara  boş  bulundu-ğundan   diğer  erat  da  tahkimatla  meşgul  olduğundan  düşmanın  bu ani  hareketi   bir  baskın          tesiri  yapmıştı.  Düşman  irtibat   hendeklerine   irtibat  hendeklerine   ve  mevzilere  kadar  sessizce     yaklaşmış ,  sonra  ani  bir  hareketle  siperlere atlamıştı.  Burası ,  üçüncü  takım    bölgesiydi  . Amansız  bir  kavga  başladı.  Üçüncü  takım  kendini  toparlayıncaya  kadar   üstünlük  düşmandaydı.   Çok  geçmeden  kendi  lehine  çevirmeyi  başardı.  Mevzilere  atlayan  düşman  sayıca  azdı.  Kısa  zamanda   duruma  hakim  olan  üçüncü  takım  açtığı  ateşle  daha  fazla  düşmanın  yaklaşmasını           önledi . Bu  arada  çatışma  kızıştı,  bütün  bölük  cephesi   düşman  tarafından  topçu  ve  havan            ateşi  altına  alındı. Topçumuzun ve havan takımımızın buna  cevap  vermesi  gecikmedi.
          Üç  dört  saat  devam  eden   karşılıklı  ateş  şafak  sökerken   hızını  kaybetti.  Bu  süreç  içinde bir      şehit    onuncu  bölükten   Hayrettin  Yanardağ   ve  altı  yaralı  verildi.  Aynı  gün  öğleden  bir  şehit   daha  verdik.  Tugay   karışık  takımından  Mehmet    Coşkun.
           Üçüncü Tabur  sıhhiye  takımına  gelen  ilk  yaralı,  irtibat  hendeği  içinde  hat  tamir  ederken    düşman  tarafından  yakalandığını,  kolundan  çekip  yaka  paça  sürüklenmek  istendiğini,  bunun             üzerine   elindeki  pense  ile  kafasına   vura   vura  kaçıp  kurtulabildiğini  bu  esnada  yaralandığını         anlattı.  Öyle  anlaşılıyordu  ki, düşmanın  bu  hareketi   esir  almak   amaçlı  olarak  düzenlenmişti.          Esir  verilmedi.  Bültenlere  göre  her  iki  taraf  siperleri   arasındaki  sahada    otuz  kadar  düşman  cesedi  sayılmıştı.
            YARALILAR 21  MAYIS    1952
10.Bl.  den  Mustafa  Şoven    10637   Hafik  1930     havan  parça   yaraları.
Ali Demir  13246  Kemaliye  1930   muhtelif  havan  parça  yaraları. 
Ali  Deveci  10641   Kayseri  1930    havan  parça  yarası.                                               Rıfat  Karagül  13357   Artvin   1930      havan  parça  yarası.    
Ali Rıza  Yılda    10664   Bingöl  1930     havan  parça  yarası.  
Emrullah  Irmak   10558   Sorgun  1930   havan   parça  yarası.   
İbrahim  İtilgen  10997  Aksaray  1930  İbrahim  İtilgen  sabahın  erken  saatlerinde  yaralanmıştı.  Daha  orada  iken  helikopter istenmiş,   sıhhiye  takımının  haberi  yoktu. Helikopter  gelmiş,  yaralı  henüz  gelmemişti.  Az sonra  yaralı  getirildi.  Yarasına  bakıldı,  çok  kötüydü.  Düşman  piyade  mermisi  vücudunun  sağından  girmiş  karın   boşluğunda  seyrettikten  sonra   büyük  bir  çıkış  deliği  ve  parçalama yaparak  çıkmıştı. Tampon  konuldu,  plazma   takılarak  helikopterle   sevk  edildi.
           Alay  Komutanı  Albay   NURİ  PAMİR    5  Haziran  1952  günü  saat  on  iki  sıralarında  Tugay      Komutanı   ile  birlikte  cephede   tetkikte   bulunurken   Kum  Tepe   civarında  düşman  havan  ateşi   sonucu  başındaki   miğfere  isabet  eden   havan  parçası  sadmesi  ile  beyin  kanamasından   şehit       olmuştu.  Miğferin  bir  yanı  çökmüş   vücudunun  başka  yerlerinde  belirgin  bir  darbe  izi  görülmüyordu. Ben  notlarıma  şehidin  üzerinde  küçük  bir  Kuranıkerim   ve  aile  resimler  çıktığı       kaydını   düşmüşüm.  Miğfer  bir  müddet   sıhhiye  takımımda  kalmış,  sonra  Tugay  Karar   Karargahına  gönderilmişti.
            Tugay  Komutanı   şehit  albayla  sık  sık  cephe  hattını  dolaşır. Hatta  cephe  hattını  boydan     boya  kat   ettikleri  olurdu.  Paşa  çevre  kirliliğine  çok  dikkat  ederdi.  Geçiş  yolu  üzerinde  olduğumuzdan   ara  sıra  sıhhiye   takımına  da  uğrardı.  Bu  yüzden  çevre  temizliğine   oldukça           gayret  gösterirdik.
            Kum  Tepe,  mevzilerimizle  düşman  mevzileri   arasındaki   mesafenin  en  dar  olduğu  yerdi.  Burası  nişancıların  savaş  alanı  olmuş, iş   maharete   kalmıştı.  Her  iki  taraf  birbirlerine   çok  kayıp  verdirdiler.   Birbirlerinin  hatalarını  hiç   affetmiyorlar,  açık  veren  kurşunu  yiyordu.  Öyle  sanılıyor   ki ,  Albay  Nuri  Pamir  de  havancıların  gözünden  kaçmamış,  adeta  doğru  koordinatla   nokta            ateşine  maruz  kalmıştı.  Tugay  Komutanı   merasimden  sonra    şöyle  anlatıyordu.  Rahmetlinin iri  vücudu  vardı.  Bu  yüzden  irtibat   hendeklerinden   giderken   güçlük  çekerdi.   Onun  için     açıktan  gitmeyi  tercih  ederdi.  Paşanın  uyarısına   uymamış,  yok  paşam   buradan  da  gidebiliriz    cevabını  vermişti.  Açıktan  gidiyordu.
 Albay  Nuri  Pamir , in   tek  atışlı   bir  havan  mermisinin   onlarca  parçasından  sadece  birinin   miğferine  isabeti  sonucu  oluşan  sadmeden   beyin  kanaması  geçirerek   şehit  oluşu  kaderin  ilginç    ve   acı  bir  yanıdır.   9  cu   Bölükten  Er  İsmail  Bozoğlunun    ,, 6661,,  yaralanma  biçimi  de  kaderin   yine  başka  bir  ilginç  yanıdır.  Er  İsmail  Bozoğlu  sıhhiye  takımına  geldiğinde  yüzü  gözü  kan  içindeydi   ama  kurumuştu.  Fazla  kan   kaybetmemişti.  Tam  alnından  vurulmuş  miğferinde  delik    vardı.  Merminin  çıkış  yerinin  arkada   kafa  tasının  tam  ortasında  olduğunu  fark   ettik.  Burada   da   çok  az  kanama   vardı  ve  kurumuştu.  Mermi  çekirdeği   miğfere  girerken   hızı  kesildiğinden ,    ,,  alnın  tam  ortasına   isabet  etmiş  olan  mermi   çok  uzaktan  gelmiş  olabilir  miydi,,  kemiği              delememiş,  soldan  deri  altından  seyrederek   adeta  yarım  dairelik  bir  kavis  çizerek  arkadan    çıkmıştı.  Miğferde  çıkış  olmadığına  göre  çekirdeği  merak  ettik. Ve  miğferin  başa  oturması  için     yastık  vazifesi  gören   astarla   boşluk  arasında  elimiz koymuş  gibi  bulduk.
            31  Mart  l952  tarihinde  cepheye  intikalimizin  hemen   ilk  gününde  sıhhiye  takımının  sargı   yeri  ve  personel  barınaklarının   yapımı  ve  mevcutların   takviyesi  için  çalışmalara  başladık.  Kum torbası  boldu.  Yanımızdaki  dere  yatağında  ise  kum  çoktu.  Civarımızda  ne  zaman  terk  edildikleri   belli  olmayan  yer  yer  yıkılmış  yaşam  sığınakları  ve  mevzilerde   çok  miktarda  dolu  kum   torbaları  vardı   Ama  bize  asıl   lazım  olan  çam   tomruklarıydı.  Bunlar  çok  işe  yarıyordu.  Hemen  üç  dört  yüz   güneyimizdeki  muhteşem  bir  çam   ormanına  daldık.  On  beş   yirmi  metrelik   çam       ağaçları  vardı.  Asıl  dikkatimizi   çeken   şey ,  yer  yer,  terk  edildikleri  pek  zaman  olmayan  mevzilerin  ve  etrafında   dağınık  olarak  cephane  sandıklarının,  mermi  kutularının  ,  makinalı  tüfek  şeritlerinin   ve   konserve  kutularının  oluşu  idi. 
            Sıhhiye  takımının  konuşlanması  için  seçtiğimiz  şevin  hemen  üstündeki  sette  bulunan  karlı   saha  ise  mayınlı  böğe  idi  ve  karlar  eridikten  sonra  burada  iki  Kuzey  Koreli  askerin  cesedi  görülmüş  ilgili  birimlere  bildirilmişti  ki  bunlar  bubi  tuzaklıymış. Bunun  gibi  daha  bir  çok  yerde     işaretlenmiş  mayınlı  sahalar  vardı.  Onun  için  ormana   girdiğimizde  korkudan  ecel  terleri döktük    diyebilirim.  Bize  gerekli  olan  çam  ağaçları  kesilip  devrildiklerinde  parçalandıkları  görülüyordu.  Üç   dört  hektarlık  bir  alanda  doğru  dürüst   bir tomruk  elde  edemedik  ama   yine  de  işimize   yaradılar  Ağaçların  hemen  hemen  yüzde  yüzü  şarapnel   parçaları  ile  zedelenmişlerdi.  İkinci  dünya  savaşı  sırasında  gerek  Pasifikte   ve  gerekse   Avrupadaki   savaşlarda   düşman  sahasının    karış  karış  topçu  ateşi  ile  dövüldüğünü  ajanslardan  dinler  hayretler  içinde  kalırdık.  Şimdi  bunun   bariz  bir  örneğini  görüyorduk.
           O  zamanki  haberleşme  sistemi  kablolu  telefon  ağırlıklı  idi. Savaşın   kaderi   ise  iletişime         bağlıydı. O  yüzden   vadiler,  yol  boyları ,  geçitler  inanılmayacak  derecede  salkım  salkım                        kilometrelerce  telli  muhabere  ağı  ile  döşeliydi.  Çoğunun  da  devre  dışı  olduğu  söyleniyordu.             Maliyetinin  ise  vatanımızın  yıllık  bütçesini   geçtiğini  gazetelerde  okumuştum.  Yalnız  bu  alandaki    bu  kadar  sarfiyata   diğer  alanlardaki  sarfiyat  da eklendiğinde  bu  korkunç  savaşın  onca  can  kay-       bından  başka  nelere  mal  olduğu  anlaşılır  gibi  değildi. Ama  bu  durum  dünya   siyasetini   yöneten       ve  yönlendirenlerin  umurunda  bile   değildi.  Geçmişde  ve  şimdilerde  de olduğu  gibi.
    
Kore  savaşında    Kuzey   Koreliler  ve  dolayısı  ile  onlara  silah  ve  asker  yardımı  yapan    Kızıl  Çinliler  ve  savaşın  tetikçisi   olan  Ruslar  propaganda  savaşlarına  çok  önem  vermişlerdi.  Uçaklardan  atılan  milyonlarca  atılan  bildirilerin  yanı  sıra  yine  uçaklarla  ve  cephe  hattından  yük-  sek   güçlü  hoparlörlerle  yapılan  propaganda  yayınlarına  Amerikalılar  da  cevap  verdiler.  Her  iki  taraftan  atılan  bazı  örneklerin  fotokopileri  sayfalarımıza  konmuştur.
             Panmumjon  ateş  kes  müzakereleri  sürerken  bir  taraftan  propaganda  savaşı  ile  birlikte        sıcak  savaş   da  devam  ediyordu.  Amerikalılar   1950  nin   son  aylarındaki  duruma  yani  yarım  adanın   ta..  ucuna   kadar  atılmaları   haline  tekrar  düşmek  istemiyorlardı. Onun  için  Kuzey  Kore  kuvvetlerinin  sayıca  önemli  bir  ölçüde  üstünlüğü  karşısında  daha  ağır  başlı  davranıyorlar,  savaşın  bütün  kurallarını  deniyorlardı.  Taktik   savaşı  yapıyorlar  ve  38  ci    paralel  birkaç  defa        el  değiştirmişti.
            22 Nisan  1951  günü  yapılan  düşman  taarruzunu   başarılı  bir  şekilde  savunan   sekizinci      Ordu  Seul, u   düşmana  düşürmediği  gibi  düşmanın  çekilmeye  başlaması  ile  avantajlı  duruma       düşmüş   fakat  bundan  yararlanamamıştı.  Bu  defa   16  Mayıs  1951  düşman  taarruzundan  sonra  General  A. Van  Fleet   komutasındaki    Amerikan  ordusu  kayıplarının  büyük  nispetlere  ulaşması    pahasına   38.ci  paraleli  tekrar  ve  son  olarak  aştı.  O Günlerde   çok  meşhur   bir  fıkrayı   buraya      almak  isterim.
            Korenin    defalarca  el  değiştirmiş  bir  şehrinde ,  Amerikalı  bir  çavuş  eskiden  tanıdığı  bir       Koreliye  rast  gelmişti.  ‘’Hello’’   seslendi.  ‘’  sen  hayatta  mısın,  nasıl  oldu  da  hayatta  kalmayı    başardın’’ Koreli   ‘’  gayet  basit ‘’   diye  cevap  verdi.  ’’Komünistler  gelince  iyi  ki  döndünüz  diyorum,  Amerikalılar  gelince  de  aynı  sözü  tekrarlıyorum’’   Amerikalı  haykırdı   ’’Ne..  Bizlere  ve  komünistlere  aynı  şeyi  söylüyorsun  demek’’   Akıllı  Koreli  cevap  verdi.  ’’Arada  ufak   bir   fark  var.  Komünistlere,  aynısını  size  de  söylediğimi  hiçbir  zaman   itiraf  etmedim.’’
            Arkadaşlık,  hele   asker   arkadaşlığı  çok  önem  taşır.  Mehmet  nazarında   hemşerilik  başka -  dır.  Hemşerisi  ona  emmi  oğlundan  yakındır.  Özetleyecek  olursak   Mehmetçik  hemşeri  tutkunudur.  Yakın  bir  yerlerde  hemşerisi  varsa  onu  görmeden  yapamaz.  Birbirlerini  ziyaret  ederler.  İşte  bu  yüzden  geri  kademelerde  görevli   bazı  erler  bu  fırsatı  adeta  yaratırlar. Ölürsem  hemşerimle     birlikte  ölürüm   diyerek  cephedeki   hemşerilerini   ziyarette  bulunurlar. Gerçekten buna  benzer  olaylar  olmuştu.  Keşke   not  edip  tespit   edebilseydim.
          Kazai   yaralanmaların  çokluğu  da  dikkati  çekiyordu.  Bilindiği  gibi  o  dönem   eğitimlerde    tam  olarak  silahlı  ve  tatbiki  bir  eğitim  verilemiyordu. Silahı  tanıma,  silah  emniyeti   özetle   silah  terbiyesi  hakkında  erlerimizin  hiç  bilgileri  yok  gibiydi.  Kore, ye   intikalimizin  ilk  gecesinin    sabahında  büyük  yatakhane  çadırının  içinde  silahını  yeni  gelen  arkadaşına   göstermek  isteyen    bir  erin  aniden  patlayan  silahından  çıkan  mermi  çadırın  dışında  oturmakta  olan  guruba  isabet     etmiş   Necmi   isminde   Antalyalı  bir  ordonat  astsubay   hemen  oracıkta  ne  olduğunu  anlayamadan  şehit  düşmüştü.  Aradan  daha  yarım  saat  geçmeden  bir  başkasının,  oldukça  kalabalık   bir  yerde  makinalı  tabancası  ateş  almış  arkadaşının  bir  elinin  parmaklarını  taramıştı. Mevzilerde  meydana  gelen   tüfek  ve  tabanca  ile  el  ve  ayak  parmak  kaza,i   yaralanmaların  temaruz  olma  ihtimali  düşünülmüşse  de  idari  yönden  ne  yolda  değerlendirildiği  bilinememiştir.
            Burada;  kazaen   meydana  gelen  yaralanmalara  dair  kendi  başımdan  geçen  bir  olayı  anlatmak  isterim.  Güneş ,  henüz   batmış  loş  bir  ortamda   sargı  yerinin  biraz  açığında  dört  beş    arkadaş  sohbet  ediyorduk.  Bunlar,  geceleri  devriye  gezen  ve  selamlaştığımız   bir  mangalık  timden  bir  astsubay   ile  bir  kıta  çavuşu  idi.  Arkadaşları  da  biraz  ilerde   bekliyordu. Görevleri  muhtemel   gerilla  hareketlerini   gözetlemekti.  Güle  oynaya  espri   yapıp  konuşurken ,  piyade   astsubay   arkadaşın  elinde  bir  bomba  gördük.  Cebinden  mi  çıkardı   yoksa  belinde  mi  asılıydı    daha  ne  olduğunu  anlayamadan  yere  düşmesiyle   patlaması  bir  oldu.  Ama  bu  pof   diye  bir ses  çıkaran  acayip  bir  patlama  idi.  Bomba  parçalarının  parkama  çarptığını   adeta   hissettim. Olayın  şokunu   geçirdikten   sonra  kimseye  bir  şey   olmadığını  fark  ettik.  Bombanın  patlayıcısının  boşaltıldığı  anlaşılmıştı. Ancak,  Astsubay   arkadaşın  rengi  kül  gibi  oldu. Bize  bir  şey  söyleyemedi. Sebep  olduğu  olay  sanki  şaka  gibiydi.
           Şehit  Albay  Nuri  Pamir, e  dair  yukarıdaki  paragrafa   birkaç   satır  daha  ilave  etmek   gereğini  duydum.  Kore, den   döndükten  sonra   basın  haberlerinden   Alay  Komutanı   Albay    Daniş   Karabelen’ in  de  aynı  yerde  havan  parçası  ile  başından  ağır  yaralandığını  öğrenmiştim.  Her  iki  Albayın  hemen  hemen  aynı  noktada  ve  aynı  karakterde ,  altı  ay  ara  ile  havan  ateşine   maruz  kalmaları  rastlantı  olmasa  gerek.  İlginçtir,  bu  iki  olay,  düşmanın  işini  ne  kadar  ciddi   tuttuğu  anlamını  taşıyor.  Her  halde  olayı  da  anında  ajanslara  geçmişlerdir.  Kumtepe  diye  anılan  olay  yerinin,  her  iki  tarafın  cephe  hattının   birbirine  en  yakın  bir  bölge  olduğunu,  konuş-   maların   duyulduğunu   ve  burada   keskin   nişancılara  büyük    düştüğünü   önceki    satırlarımda     belirtmiştim.  Albay  Nuri  Pamir  ile  Albay  Daniş    Karabelen   mevzilerin  biraz  gerisinde  gözetlemeye   açık  bir  noktada  havan  ateşine  maruz  kalmış  olmalılar.











BİR KAÇ EK ANIM :


              Önceki sayfalarda köy olsun kasaba olsun, dağ olsun bayır olsun, orman olsun çayır olsun savaşın tahribatından payını almayan bir karış yer bulunmadığını belirtmiştim. Savaş çok hızlı ve hareketli geçtiğinden terk edilen mevzilerde açılmış veya açılmamış dağınık cephane sandıkları ile kumanya kutuları vardı. Derin vadilerin derin sularında şeritleri üzerinde makinalı tüfek ve devrilmiş  ve yanmış tank ve cip enkazı  görmek mümkündü. Yarı dolu cephane sandıkları ve etrafa saçılan mühimmat ve ayrıca işaretlenmişlerin dışında tuzak mayınlar ve patlamamış havan mermileri tehlike arz ediyordu. Buna meydan vermemek için ilgili birimlere görev düşüyordu..  onları imha etmek!

            Bir gün ilgili birimlerin bunları toplayıp imha etmek için harekete geçtiklerini yakınımızda meydana gelen patlamalardan öğrendik. Hurda mühimmatı bir araya toplayıp patlatarak yok ediyorlardı.  Ertesi gün bizim sıhhiye takımımız uyarıldı. Yollar kesilmiş olup üç yüz metre kadar bir mesafede hurda mühimmat imha edilecekti. Ben de personelle birlikte sargı yerinde iki kapı arasında kör noktada bulunan pansuman masasında bir yaralı ile meşguldüm. Bu sırada korkunç bir patlama oldu. Daha ne olduğunu anlayamadan içinde bulunduğumuz sargı yerinin ham tahtadan yapılmış ağır sağ kapısı korkunç bir gümleme ile dört metre mesafedeki karşı duvara parçalar halinde yapıştı. Kapı tarafında sıhhi malzemelerin bulunduğu dolaplar vardı. Onlar hasar gördü. Ne tesadüftür ki o anda o tarafta kimse bulunmuyordu. Kapıya yirmi santimetre kadar çapında bir kaya parçası isabet etmişti. Sık sık o tarafa gidip geliyorduk. İnanılmaz bir rastlantı ile kurtulmuştuk, aksi de olabilirdi!
 

                            -----------------------------------------

           Şubat 1952 sonlarıydı. Cepheye intikal etmek üzere üç dört gün için cephe gerisinde konuşlanmıştık. Burada sakin bir yaşam tarzı vardı. Etrafı dik ve yüksek yamaçlarla çevrili bir vadideydik. Arkadaşların birinde ZENİT marka portatif radyo vardı ama çekmiyordu. Ona bir yamaçtan bir yamaca uzun ve yüksek bir anten çektik. Kısa dalga ANKARA radyosunu elimizi kulaklarımıza kepçe yaparak dinlemeye çalıştık. Ne heyecanlı anlardı Ya Rabbim. 

                            ----------------------------------------

          Burası kuş uçuşu cephe hattından üç dört kilometre kadar gerideydi. Yukarı sayfalardaki panoramik cephe fotoğrafını buradaki gözetleme noktasından çekmiştim. Çekerken görevli tarafından uyarıldım.’’ -Çok oyalanmayın baş çavuşum’’ demişti. ‘’-Bunlar bir kişi için bile havan mermisi atarlar.’’ Üçüncü taburun bu geçici konak yeri, aslında tehlikeli bir yer olsa gerekti. Bilhassa geceleri üzerimizden topçu mermileri vızır vızır ıslık çalarak geçiyordu. Ama patlamalar uzaklarda olduğu için biz duymuyorduk.  Yalnız tecrübeli personel, ''Bizimkiler, Kuzey Koreliler’’ diyerek seslerinden ayırt edebiliyorlardı. Demek oluyor ki bulunduğumuz yer menzil içindeydi. Ama ya tespit edilememişti, ya da stratejik bulunmuyordu,  veya kör noktada idi.

           Burada konaklamamızın üçüncü günüydü. Tabur komutanlığınca bir uyarı yapıldı. -Bu gece Kunuri savaşları sonrası yapılan bir çatışmanın yıl dönümü imiş. Kuzey Koreliler böyle günlerde ekseriya tacizde bulunurlarmış. Onun için dikkatli olunması gerekiyormuş. Biz dört sağlık astsubay arkadaş büyük bir çadırda kalıyorduk. Takımın araç ve gereçleri de oradaydı. O akşam kıdemce ve yaşça benden küçük olan arkadaşların içki içecekleri tuttu. İki şişe viskilerini de almışlardı. Mani de   olamadım, ancak şişelerden birini ellerinden alarak saklayabildim.  Gece bastırmış, her yer zifiri karanlık ve ortalık sakin. Bir süre sonra arkadaşlar kafayı buldular. İçlerinden İzmir’li olanı ‘’-illa sen de içeceksin abi’’  diye tutturdu. Olmaz dediysem de ikna edemedim. Aniden yerinden kalkıp silahını doldurarak bana çevirdi. ‘’İçeceksin abi!’’ dedi ‘’beni kırma!’’  Hayır başka zaman, sen içmezsin ben arkadaşlarla içerim dememle beraber silahının iki el patlaması bir oldu. Mermilerden biri iki ayağımın arasından, diğeri sol ayağımın dışından toprağa saplandı.

            Korkmuş olmama rağmen arkadaşın şaşkınlığından istifade edip üzerine atılarak silahı elinden aldım. Zaten sallanmakta olan kendini yere ittim. Bir dakika dolmadan sahra telefonu çaldı. ''Sıhhiyeciler. Ne oluyor orada?’’ diye soruyordu birisi. Konuşan nöbetçi subayı Hüsamettin üst teğmendi. Kendimi tanıttım. ''-Bir şey var mı?’’  diye sordu. ‘’- Hayır yok’’ dedim. ‘’-Önemsiz bir olay, dikkatsizlik işte.’’  İşleme koymadılar. Öyle anlaşılıyor ki şartlar ne olursa olsun böyle tatsız olayların olmaması mümkün değildi.

                                                  S     O     N

              
                
                       (Aşağıda fotoğraf ve belgeleri görebilirsiniz.)




                             10 Şubat 1952 SUWON. Bir foto galeride çekilen resmim


                                                                Şimal Yıldızı


09.12.1952 CHORWON. Ben Vatan’a dönerken yerime atanan Ağabeyim   Shh. Asb.   Kd. Bşçvş. Nurettin Ülsever



        
  Bir kafilenin yurda uğurlanışı. PUSAN. 1952 Temmuz.





       Tugayın maskotu Türkan Kız ve Cerrahi Teknisyen Ali Aslan






      16 Haziran 1952 Balıkesir’li Sadullah Karaca ve Arkadaşları – Kumtepe.




Nisan 1952. Sisli bir sabahın erken saatlerinde hatlarımıza iltica eden bir Çin’li Subay.





                 Askeri Dolar (Kırmızı Dolar-İşgal Doları) ve Kore Parası


















                                         Propaganda broşürleri










             O zamanların ünlü dergisi Bütün Dünya’da çıkan yazım













                   O zamanlar aldığım notlardan biri. 18 Nisan 1952



*Kore’den Mektup Var.* Ben döndükten sonra Kore’ye giden ağabeyim Nurettin Ülsever’den gelen mektup..



ANILAR  EK



            Kore savaşının ellinci ve altmışıncı yıl dönümleri yapılan törenlerle saygı ile anılmış ve her sene de tekrarlanarak anılar tazelenmektedir. İki binli yılların başında bende anılarımı yazmıştım ve o tarihlerde Harbiye Askeri Müzede Kore Türk Tugayı Komutanı Tahsin Yazıcı’nın oğlu emekli albay Alp Yazıcının açmış olduğu Kore savaşı belgeleri sergisinde bir kopyasını kendilerine takdim etmiştim. Çok memnun kalmışlar, teşekkür etmek için ayrıca evime gelmişlerdi. Bir müddet sonra vefat ettiklerini duydum. Ben anılarımı 2011 de internette neşrettim.

           O yıllar görsel ve yazılı medyada çok yayım yapılıyordu. Bireysel yayımlar genelde iyi ve düzenli idi. Gazete ve dergi röportajları ise abartılı olup yanlış bildirimler vardı. Mehmetçiğin Kore savaşını  Çanakkale savaşları gibi evliya ve erenler savaşına kadar götürmüşler ve bu durumu  Kıbrıs savaşına bile bulaştırmışlardı.  

            Kore’de ilk üç ayım başkent Seul’un biraz güneyindeki şimdilerde bir spor merkezi şehri olan Suwon kentinde geçti. Tugayın seyyar hastanesi de bu kentteydi. Tedavi gören hasta ve yaralılar nekahat dönemini burada geçirip birliklerine gönderiliyordu. İyileşenleri ise zaten burada tutamıyordunuz, bir an evvel cepheye arkadaşlarının yanına dönmek istiyorlardı. Arkadaş ve hemşeri düşkünü idiler. Karışık Depo bölüğünün konuşlandığı yer Japon işgali sırasında yapılmış son derece gelişmiş bir ziraat okulu idi güzel binaları ve eklentileri vardı. Revirimiz otuz yataklı olup doktorumuz tabip Yzb. Mehmet Tosundu.

            Çavuş Hıdır Bahana ile burada tanıştım. Osman isminde ufak tefek bir de arkadaşı vardı. Birbirinden hiç ayrılmıyorlardı. Onların samimi durumu dikkatimi çekti. Hemşeri misiniz diye sordum. Hayır, dedi. Aynı mangadanmışlar, aynı olayda yaralanmışlar. Anlattıklarına göre olay şöyle gelişmiş. Karşımızdaki bir mağaraya siperlenen Çinli bir makineli tüfek timi bizi olduğumuz yere çivilemişti sanki, başımızı kaldıramıyorduk. Takım komutanı, Çavuş Hıdır Bahana, ya seslenir. “ yanına birkaç adam al, şu hınzırların arkalarından dolaşın. Üstlerindeki yükseltiye çıkıp mağaranın içine iki bomba sallayın. Roketimiz olsaydı işimiz kolaydı. Biz sizi kollayacağız. İcap ederse aşağıya sarkın, haydi Allah kolaylık versin, der. İnisiyatif artık Çavuş Hıdır ve arkadaşlarındadır. Az sonra takımının koruması altın-da hedefe ulaşırlar. Ancak düşmanın makinalı tüfek yuvası görünür noktada değildir. Bombanın elle kavisli bir şekilde içeri atılması mümkün değildir. Hıdır çavuş arkadaşları arasından Osman’a seslenir. Osman dediği ufak yapılı, 60-65 kiloluk çevik mi çevik, pire gibi biri. Osman’ın gözleri parlar. Hemen tırmanma kordonlarını ayarlar. İki bombayı da teçhizatına iliştirerek arkadaşlarının kontrolünde aşağıya doğru inmeye başlar. Diğer takım arkadaşları da taciz ateşi açarak Hıdır çavuşu ve timini koru-ma altına almışlardır. İstenilen görüş noktasına gelince bombaların pimini çekerek teker teker aşağıya fırlatır. Makinalı tüfek susmuş karşı yönde onlara destek veren arkadaşları sevinç naraları atıyorlardı. Bu satırlar Çavuş Hıdır Bahana’nın bana anlattıkları. Ben de ona istiklal harbinde birinci İnönü savaşında askeri okulda iken l938 de sınıf subayımız Bnb. Muzaffer bey ‘in öğrenicilerine anlattığı bir olayı anlattım.


           Muharebe olanca hızıyla devam ediyordu. Takviye almış hücum edecektik. Fakat düşman öncü birlikleri birkaç önemli noktayı tutmuş hafif makinalı tüfekleriyle bize meydan okuyorlar, başımızı kaldıramıyorduk. Aşağıda vadide binlerce düşman piyadesi,  açık araziye yayılmış bizim cephe hattımıza doğru ilerliyorlardı. Sağ tarafımdaki siperlerden fırlayan bir askerimiz elinde bir piyade küreği ile bayır aşağı düşe kalka koşmaya başladı. Düşman şaşkına dönmüş ateşi kesmişti. İki yüz metre kadar koşup düşman siperine atladı. İki yunan askerinin başına birer kürek darbesi indirip makinalının kabzasından kavradığı gibi siperlerimize döndü ve yere fırlattı, rahatlamıştık. Bir de baktım vadideki düş-man askerleri sırta tırmanmaya başlamışlar, hemen ateş emri verdim. Hattımızdan cayır cayır silah sesleri yükseldi. Fakat düşman askerlerinden düşen yoktu. Nişangâhıma baktım, dört yüz gösteriyordu. Nişangâh bin üç yüz metre diye komut verdim. Emir cephe boyu yayıldı. Hatlarımızdan yayılan ikinci cayırtı sonrası bayırı tırmanmakta olan düşman askerleri çil yavrusu gibi dağılıverdi.

             Bu iki olayın üzerinde şunun için duruyorum. İstanbul’un fethinde olsun, Çanakkale savaşların da olsun; Kore savaşında olsun Kıbrıs savaşında olsun gerçek zaferi evliyalar değil Mehmetçik kazamıştır. Gerçek evliyalar da kendi alanlarında bilge insanlardır. Son on beş senedir tur operatörlerinin yanlış bilgilendirilmesi sonucu oluşan bu durum Çanakkale valiliğince fark edilmiş ve gerekli merciler uyarılmıştır.

            Ben bir daha çavuş Hıdır Bahana ve Osman’ı görmedim.  Suwon depo bölüğündeki tedavilerin-den sonra birliklerine gönderilmişlerdi. Ancak ben 3. Tb. Sıhhiye takımına atandıktan sonra Hıdır çavuşun 11.Blk.de olduğunu tesadüfen öğrenmiştim. Manga arkadaşı Siret Umur, mevzii küçük bir baskın yapılacağı bilindiğinden on bir kişilik manga arkadaşlarının listesini isteğim üzerine bana vermişti. Bu Listeyi madalyalı ve sarı fon kâğıtlı fotoğrafta göreceksiniz.  18 Nisan 1952 de sabahın erken saatlerin-de 1052 rakımlı bölgenin Kumkale mevkiinde başlayan çatışmadan az sonra yaralılar sargı mahalline ulaştı. Yirmi bir yaralı iki şehidimiz vardı.

            Depo bölüğünde bir de hapishane vardı. Bu yapı topluluğunun bir ziraat okulu olduğunu üst sayfalarda belirtmiştim. Hapishane olarak kullanılan yer hangar gibi geniş, 4-5 metre yükseklikte, küçük pencereleri ve geniş kapıları ile izbe bir yerdi. Bazı günler sabah vizitelerine birkaç hasta inzibat nezaretinde gelirdi. Hapisler hapishanede sık sık olay çıkarırlardı. Çoğu firardan hükümlüydü. Elli kişi kadar olduğu söyleniyordu. Sık sık olay çıkarıp bazı haklar istiyorlar, içeri kimse sokmuyorlardı. Bir gün akşam saatlerine doğru revire bir inzibat eri gelerek hapishanede ateşli bir hasta var diye haber getirdi. İlk yardım çantasını alarak bir yardımcı ile birlikte hapishaneye gittim. Nöbetçi asker asma kilidi açarak şakır şukur zincirleri çekti. İçerdeki uğultu birden bire kesildi. Çıt çıkmıyordu. Loş ışıkta bir köşede dört beş kişilik ayakta duran bir grubu ve bir de ranzada oturan birilerini gördüm. Oraya yaklaştım. Merhaba arkadaşlar, geçmiş olsun; buranın reisi kim? dedim. Herkes oturan şahsa baktı. Ona dönerek, bir hastanız varmış; diyerek konuya girdim. Böylece tanışma faslını olaysız atlattık. Hasta ile meşgul olduktan sonra tekrar yanına uğradığımda birkaç kişi daha gelmişti. Tanıştığım kişi adım Zerdüşt Fırat diyerek kendini tanıttı. Ondan sonra da arkadaşlarının araya girmesiyle birkaç dakikada Zerdüşt Fırat’ın kim olduğunu öğrendim. İyi İngilizce biliyormuş, bir müddet Amerika'da okumuş, Alcopon ile tanışmış onunla çalışmış. Ağır başlı sakin bir görünüşü vardı. Muhakkak arkadaşları tarafından seviliyordu. Gençlik ve macera aşkı onu dışarılara itelemişti.


            Ben 3.Tb. sıhhiye takımına atandığımdan Zerdüşt Fırat’ı bir daha göremedim. Ta ki Temmuz 1952 de vatana dönmek üzere Pusan limanında gemiye binene kadar. Onu inzibat nezaretinde gemiye bindiriyorlardı. Çok yakındım, fotoğrafını çektim. Yapma abi dedi. Ben de özür dileyerek, belge olur dedim. Anılarımı yazarken ismini hatırladım. Ancak fotoğrafına ulaşamadım. Allah selamet versin, internette bilgiye ulaştım. Siirt’in saygın vatandaşlarından Liceli Fehmi Fırat’ın oğlu imiş. Bu zat aynı zamanda belediye başkanlığı ve şeyh Sait’in sekreterliğini yapmış yabancı lisan bilir bir kişiliğe sahipmiş. Zerdüşt Fırat’ın suçunu tam olarak öğrenememiştim. Meğerse Tokyo’da bir banka soygununa adı karışmış. Vatana tutuklu olarak dönüyordu.








                                     SUVON  ŞEHRİ KENT KAPISI  ARALIK 1951




                           SHH. BÖLÜĞÜNDEKİ ARKADAŞLARLA BİR HATIRA FOTOĞRAFI

                                                                  MAYIS 1952







                                       

                           Bir üst sayfada görmüş olduğunuz fotoğraf ancak beş altı kişinin otura bileceği bir barınaktı. Ya soğuktan ya da bombardıman korunmak için  yapıldığı anlaşılıyordu. Ben arkadaşımla birlikte üş beş dakika kalabildim. Ama gereğinde çok lüzumlu bir mekan olduğu bir gerçek.

                        Bu sayfadaki fotoğraf Sıhhiye takımı arkadaşlardan bir gurup. Oturanlar şoför Rıza Gür, cerrahi teknisyen astsubay Nevzat , ben ve er Sadık.

                              






                         Çipuri  bölgesinde cepheye yakın bir yerde hava alanı. Ve muazzam bir uçak görülüyor. B29 uçankale. Japonya’ya atom bombası atarak savaşa son verdiren uçaklardan. Bununla on günlük Tokyo izini ne gidecektik, gittik de.


Ondokuz Mayıs gösterilerini seyreden SIHHIYE BÖLÜĞÜ arkadaşlarından bir gurup.


Yukarıda görülen hanımlar on dokuz mayıs törenine davetli Amerikalı personelden bir kısmı.








                              SIHHİYE TAKIMININ ÖNÜNDE BİR SOHBET ANI








         PASİFİK DENİZ SAVAŞLARINDA  AMERİKAN DONANMASINA KÖK SÖKTÜREN JAPON DONAN- MASININ ÜNLÜ İNTİHAR DENİZALTILARI. YOKOSUKO DENİZ MÜZESİNDE SERGİLENİYOR.




ORDONAT ASTSUBAY NEJDET ERBESLER ARKADAŞIMIZ FIRSAT BULDUKCA CEPHEDE BİZİ ZİYARET EDERDİ.






                         B29 UÇANKALE deyiz. Yolcu uçakları gibi koltuk falan yok. Pencere kenarındaki ranzalara iliştik. Yüzelli kişi varız, Tokyo’ya tatile gidiyoruz. Uçağa transfer heyecanı bitti. Az sonra motorlar çalıştı. Uçamayacağız  sandım ama koca demir yığını havalandı vallahi. Bir müddet yükseldikten sonra uçak sarsılmaya başladı. Fırtına olduğunu, kemerleri takmamızı söylediler. Endişeye gerek olmadığını, rüzgarın arkadan estiğini, zamanından evvel TOKYODA olacağımızı belirtti-ler. Yolda bir el ilanı dağıttılar. Amerikan Donanma Orkestrasının Tokyo konser sarayında Glenn  Miller’in eserlerinde oluşan bir caz konseri verileceği duyuruluyordu. Glenn  Miller’in ünlü eseri İn the Mood ile birlikte muazzam konseri bizim guruptan tek başıma seyretmek fırsatını kaçırmadım.




SIHHİYE TAKIMINA ÇOK YAKIN BÖLGEYE İLTİCA EDEN ÇİNLİ ASKER PERSONELİMİZLE